Author: Mine
•9.1.08


T. Teyze ile 1989’da tanıştığımızda, tedavisi yeni bitmişti.Kontrollere gidiyordu.Geçen yıl bypass olduğunda, sorunun radyoterapiye bağlı olabileceğini duyunca çok sevindi. Kızına ve kızkardeşine, ailesel yatkınlık nedeniyle riski artan bir hastalık korkusu daha yaşatmadığı için. Şu an 60 yaşın üzerinde yan apartmanımızda oturuyor.

H. Teyze üst kat komşumuz. Bundan birkaç yıl önce göğsünde bir kitle fark ettiğini söyleyince muayene ettim. Kitle fark edilmeyecek gibi değildi. Tetkikler, tanı, operasyon derken şu an kontrollerine gidiyor.

G. Teyze, aynı sokakta, üç apartman ilerimizde oturuyor. Sanırım ona da teşhis konalı 5 yılı geçmiştir.

H. lise arkadaşım. Yıllardır görüşmüyoruz ama son birkaç aydır, internet vasıtasıyla haberleşiyoruz. Hastalık konusu hiç konuşulmadı aramızda. Sanırım birkaç yıl önce, yani otuzlu yaşların başında teşhis edilen hastalığı için kontrollere gitmeye devam ediyor. Yine netten, bir hafta süre ile hastanede olduğunu öğrendim ama arayamadım.Bu hastalıktan ötürü mü hastanede bilmiyorum, arasam ne diyeceğimi de…
Bir çırpıda size 4 kişi saydım.Çok sık görülen bu hastalık hakkında hepimizin bilgisi olması gerekmez mi?

Hanımlar, beyler lütfen şu sayfayı ziyaret edin. Aktif üye olamasanız da gönüllü olabilirsiniz. Buna da vakit yoksa genel bilgileri okuyun mutlaka faydalanacaksınız.
Author: Mine
•16.12.07
Biraz önce tv'deki müzik kanallarından birinde Santana'nın Supernatural albümünden 'Put your lights on' adlı şarkısını dinledim.
1999'da Santana'nın 9 Grammy aldığı bu albümü dinlemeyeli yıllar olmuş. Bu şarkı albümde en beğendiğim şarkılardan biri. Everlast'a ait olan şarkının sözlerine anlam yüklemede zorluk çeksem de bence ses ve müzik harika... Ekşi Sözlük'te bu şarkı ile ilgili ilginç açıklamaları görünce sayfamda yer vereyim istedim.




Author: Mine
•4.12.07


Bugünlerde her radyoyu açışımda bu şarkıya rastlıyorum.Müzik harika! Sezen'de buğulu sesiyle, Ezginin Günlüğü'nün bu şarkısını ne güzel yorumlamış.
Ezginin Günlüğü'nün, Çeyrek adlı 25. yıl özel albümünde, Sezen Aksu'dan başka, Bülent Ortaçgil, Bulutsuzluk Özlemi, Yüksek Sadakat, Yaşar gibi bildiğimiz ve sevdiğimiz birçok isim, grubun en güzel şarkılarını seslendirmişler. Tavsiye edilir.

Get this widget | Track details | eSnips Social DNA
Author: Mine
•21.11.07

Bugün hayatımızda bir değişiklik yaptık, iş çıkışı dört bayan, bir arkadaşımıza çaya gittik. Maksat muhabbet... Dördümüzde Ankara'da yaşayıp, iş için günde yaklaşık 200 km yol yaptığımızdan, -her zamaki gibi- olabildiğince sade giyinmiştik. Konu konuyu açtı, derken çalıştığımız ilçedeki hanımların yaptığı günlere geldi. Çeşit çeşit yapılan pastalara ve böreklere değinmedik ama benim için en ilgi çekici konu, kadınların güne giderken yanlarında 'ev çizmesi' götürmesi oldu. Terlik ve ayakkabıyı biliyorum da, çizmeyi ilk kez duydum. Kışın güne giderken yanlarında çizmelerini götürüyorlar, eve girince diğer çizmelerini çıkarıp onları giyiyorlar.Akşam evlerine dönerken de, ev çizmelerini çıkarıp, tekrar sokakta giydiklerini giyiyorlar. Çizmelerin yanısıra bir de güneş gözlüklerini de saçlarına geçirip 'gün' boyunca çıkarmıyorlarmış.
İlginç değil mi?
Author: Mine
•2.11.07
'Gerçeğin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır' Erdal İnönü
Author: Mine
•26.10.07

Almanya'da düzenlenen bir yarışmada, Türkçedeki "Yakamoz" kelimesi, dünyanın en güzel sözcüğü seçildi. Berlin'de faaliyet gösteren Dış İlişkiler Enstitüsü tarafından düzenlenen ve 60 ülkeden yaklaşık 2 bin 500 kelimenin değerlendirildiği yarışmada, Türkçe "Yakamoz" sözcüğü, 3 kişilik jüri tarafından dünyanın en güzel sözcüğü olarak belirlendi.
Enstitü tarafından yapılan açıklamada, jürinin yakamoz sözcüğünü, "kelimenin orijinalliğini, anlamını ve kültürel önemini göz önünde bulundurarak" birinciliğe layık gördüğü bildirildi. Türk Dil Kurumu'na göre yakamoz sözcüğü, "Denizde balıkların veya küreklerin kımıldanışıyla oluşan parıltı" ve "Biyolojik ışık üretme özelliğine sahip, akıntı ve rüzgârlarla sürüklenen ve bir şeye dokunduğunda ışık veren deniz hayvanı" anlamına geliyor. Yarışmada ikinciliği, Çincede "horlamak" anlamına gelen "Hu lu" kelimesi kazanırken, üçüncülüğü de Afrika'da kullanılan Luganda dilinde "düzensiz" anlamına gelen "Volongoto" sözcüğü elde etti.




Bu haber, bugünkü Milliyet 'teydi

Author: Mine
•23.10.07

Sanırım bu gidişle hayatımı Facebook'tan önce ve sonra diye ayıracağım. İtiraf edeyim baştan sıcak bakmıyordum. Deneyelim dedim ve 20 gün kadar önce ilk kez üye oldum.
Facebook, 2004 yılında ABD’nin Harvard Üniversitesi’nde öğrenci olan 19 yaşındaki Mark Zuckerberg tarafından oluşturulan bir internet sitesiymiş. İlk başta üniversite öğrencilerine hitap etse de zamanla kapsamı genişlemiş ve bizim sınırlarımıza da yayıldı.
Neler mi var? Rakı Sofrası'nda oturup dünyayı kurtarabilirsiniz, çeşitli gruplara üye olubilirsiniz, isterseniz siz de bir grup kurabilirsiniz, birbirinize hediyeler yollayıp çeşitli oyunlar oynayabilirsiniz. Yapabileceğiniz çok şey var.
Benim en çok ilgimi çeken, arkadaşımın arkadaşı yoluyla eski arkadaşlarla buluşabilmek.4-5 gün önce gelen bir mesaja çok sevindim. Üniversiteden sevdiğim bir arkadaşım beni arkadaşımın arkadaşı yoluyla bulmuştu.
Biz blog arkadaşları, orada da bulduk birbirimizi. Yukarıdaki karikatür Yıldız'dan...ubp 'de oradaymış ama henüz karşılaşmadık:))

Eski, yeni... Arkadaşları görmek çok güzel...Sınırları fazla zorlamamak kaydıyla:)

Author: Mine
•31.8.07



Bugün akşamüzeri NY’dan Figen aradı. Dün rahatsızlanmış, akşam acile başvurmuşlar. Yapılan kan tetkiklerinden ve çekilen röntgenlerden sonra şüphelendikleri rahatsızlığın olmadığını söyleyip (safrakesesi taşından şüphelenmişler ama ultrasonografi yapmamışlar) acil durumda arayabileceği bir cerrahın telefonunu vererek evine yollamışlar. (Figen’ciğim yanlışım varsa düzelt)

Geçen gün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Kendisi göz hekimi ve 2002-2004 yılları arasında, ‘yapay göz’ üzerine araştırma yapmak üzere California’da yaşamış.Sigortası olduğu halde yüzde meydana gelen bir kesi için acilde saatlerce beklediğini ve atılan sutur için de oldukça yüksek bir meblağ talep edildiğini anlatmıştı. Diş konusuna hiç girmeyeyim. Bir kanal tedavisi için en az 1000 dolar ödemiş.


Gelelim bizim ülkemize…

Sanırım 3 hafta önceydi. Ankara’da, 2 günlük su kesintilerinin uygulanmaya çalışıldığı ama çözüm olarak toptan susuz kaldığımız günler…

Ani başlayan şiddetli karın ağrısı için önce bir ağrı kesici aldım(Aslında ‘Akut Batın’ dediğimiz tabloyu baskılayacağı için, tanısı konulana kadar karın ağrılarında ağrı kesici almak tavsiye edilmez. Siz siz olun ağrı kesici alırken seçici olun)

Analjeziğe rağmen ağrım azalmadı, kendi kendimi muayene etmeye çalıştım. Defansım, reboundum yok ama sağ alt kadranda hassasiyetim var. Bu da akla akut apandisit getiriyor ama o bu şekilde gürültülü başlamaz. Overlerle ilgili olabileceği gibi üriner sistemdeki bir taşta bunu yapabilir, hiç olmadı basit bir gaz sancısı çıkabilir tarzındaki yorumlarım ancak ultrasonografi ile biteceği için öncelikle evime yakın devlet hastanesini aradık ama orada nöbette USG yapılmıyormuş. Biz de bir üniversite hastanesine karar kıldık ve gittik. Yanımda sevk kağıdım olmadığı için kimliğimizle dosya çıkardık.

Susuzluktan hastane de nasibini almıştı.Sürekli tankerler su taşıyorlardı ancak taşıma suyla bir hastanenin işlevselliği ne kadar sağlanabilirdi ki? Yine de acil ekibi özveriyle çalışıyordu. Önce intörnüm benimle ilgilendi, sonra acil tıp asistanı, ardından genel cerrahi çömez asistanı ve sonunda genel cerrahi kıdemli asistanı…Orada bulunduğum 7 saatlik sürede, arka arkaya 3 arrest geldi. Yani solunum ve dolaşım fonksiyonları durmuş üç hasta. Diğer hastaların sayısını saymadım bile… Kalabalık ve stres dolu bir ortam...

Bu arada benim ağrım geçti… 'Ben doktorum, ağrım geçti, gideyim artık, bir sıkıntım olursa gelirim' desemde bırakmadılar , 'Empati yapıp bizi yorduğunuzu düşünmeyin, burada hastamız olarak bulunuyorsunuz' diyerek susturdular beni.

Kan, idrar tahlili… Kan testinde sorun var, hadi USG yapalım, o da olmadı tomografi var sırada derken, sonunda akut müdahale gerektiren durum yok, böbreklerinizde taşlarınız var , şununuz var bununuz var şeklinde açıklamalar… Kısacası ellerinden ne geliyorsa yaptılar ve hastalarını (yani beni, doktor olmama rağmen sahiplenip) ağrım tekrarlarsa analjezik almamam konusunda uyararak, içleri rahat bir şekilde evine gönderdiler.

Eğer acil müdahale gerekseydi yatış yapıp ameliyata alınacaktım.
Gecenin ikisinde ancak oradan çıkabildik.Ben çıkarken yanımda yatan hasta barsak delinmesi (perforasyon) öntanısıyla servise alınıyordu.

İki gün sonra da resmi evraklarımı ileterek kimlik kartımızı aldık.


Sağlık hizmetleri konusunda ABD ile kıyas yapınca bizde hizmete ulaşımın daha kolay olduğunu gözlemliyorum. Son yıllarda performanstı, döner sermayeydi derken maddiyatın; malpraktisti, yeni TCK’ydı derken de defansif tıbbın ön plana çıktığıda bir gerçek. 1 Haziran 2005’de yürürlüğe giren yeni TCK’da komplikasyonun yeri yokken, ‘bilinçli taksir’ diye yeni bir kavramla tanıştık. Bu da,zamanla hekimleri, hastaya girişim yapmaya çekinir hale getirecektir. Sonuçta da hasta hak ettiği tedaviyi alamaz olacaktır. Çok yakında ABD’dekine benzer sağlık sistemi problemleriyle karşılaşırsak şaşırmayalım.

Gerçekler ER dizisindeki gibi değil...



NOT: Bu arada tomografi için kullanılan radyoopakt maddeler iyot'a alerjisi olanda sorun yaratabilir. Ayrıca o madde damar yolundan zerkedilince bütün vücudunuzu ateş basıyor ve 5 dk içinde geçiyor. Prospektüsünde okumasaydım allerjik reaksiyon geçirdiğimi düşünebilir ve panik yapabilirdim.

.
Author: Mine
•29.8.07



"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" diyenlerdenseniz, gelin başkalarının hayatını da değiştirmeye başlayın.

Eğer bu düşünceye katılıyorsanız sizde Radikal Gazetesi’nin Sokak Kitapları Projesine destek olabilirsiniz. Okuduğunuz kitapları başkalarıyla paylaşıp, okumak istediklerinizin izini sürebilirsiniz.

İlk olarak ABD’li bir mühendis tarafından 2001’de ‘Bookcrossing adıyla başlatılmış bu yöntemin amacı, kitap okuma ve okutma alışkanlığını yaygınlaştırmak. Şu an dünyayı dolaşan kitap sayısı 41 bini geçmiş durumda. Afganistan’dan Zambiya’ya kadar birçok ülkede kitaplar elden ele dolaşıyor.
Meraklısına http://www.bookcrossing.com/
NOT: Fotograf ntvmsnbc.com'dan
Author: Mine
•21.7.07
Uzun zamandır yazamadım. Aslında, NY fotograflarımı eklemeye çalıştım ama başarılı olamayınca yazmayı hepten bıraktım. En son mayıs ayında yazmışım.Yazmışım demek yanlış oldu, fotograf eklemişim. O tarihten bu yana neler mi yaptım? NY’dan evime döndüm, İzmir ve İstanbul’a ikişer günlük geziler yaptım, Ankara’da Kale Festivali’ne iki kez gittim. En çokta bu festivali beğendim.
Kale Festivali
Bu yıl 16-24 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Kalenin eski sokakları ve konakları evsahibiydi. Neler yokyu ki...Sergiler, konserler, imza günleri, paneller,dans gösterileri, halk oyunları...
İlk olarak 17 Haziran’da Timur’la gittik. Önce dar sokaklarında gezdik sonra Ankara Kalesi’ne çıktık. Yorulduğumuzda And Kafe’de soluklandık, Pirinç Kafe’de gözlemelerimizi yedik, Pirinç Han’da alışveriş yaptık. İran kanunu (santur) çalan genç bir müzisyende kulaklarımızın pasını sildi. Kukla sanatçısı Hakan Arısoy’la tanıştık, ardından seramik sanatçısı Zeynep Hanım’la seramik üzerine sohbet edip, tasarımlarına hayran kaldık. Ressam Hikmet Çetinkaya ile tanışmak ise benim için çok heyecan vericiydi.Günü Pineapple’in terasında bitirdik.
23 Haziran’da festivale tekrar gittim. Bu kez yanımda, İstanbul’dan misafirim vardı. Önce sokaklardaki tezgahları gezip hediyelik eşya aldık, konaklardaki sergileri gezdik. And Kafe’ye doğru çıkarken Kınacılar Evi’nin avlusundan gelen akerdeon sesinin büyüsüne kapılıp oraya yöneldik. Avlunun duvarları fotograflarla süslenmişti. Biz de önce fotograf sergisini gezdik.Bu sayede Mehmet Oğuz’la ve ZİÇEV’le tanıştık. Sergideki fotografların hepsi, zihinsel yetersiz gençler tarafından çekilmişti. Hediye edilen birkaç Kodak makine ile büyük ve güzel iş ortaya çıkarmışlar. İçlerinde duyma ve konuşma yetisi olmayanlar bile vardı. Aldıkları kısa süreli eğitime rağmen sergi görülmeye değerdi. Mehmet Oğuz fotografların tamamını slayt gösterisi olarak bizlere sundu. Yaptıkları çalışmaları anlatırken ki heyecanı ve bizlerle paylaşmanın mutluluğu sesinden ve gözlerinden anlaşılıyordu. Emeği geçen herkesi onun şahsında tebrik ederek oradan ayrıldık .

Umarım bu festival, gelecek yıllarda daha büyük katılımlarla devam eder.
Author: Mine
•7.3.07
Geçtiğimiz cumartesi gecesi, uzun bir aradan sonra, ilk kez tiyatroya gittim. Bu sayede, yıllar sonra Şinasi Sahnesi’nin yanıbaşındaki Zeynel Muhallebici’ne uğrayıp, dondurmalı kazandibi yemek nasip oldu.

Zeynel'in Tunus Caddesi'ndeki şubesinin ilk müdavimlerindenim. 1996-97 yılları. O yıllarda Ankara’da bu kadar çok alışveriş merkezi yoktu. Atakule, Karum, Beğendik hatırladığım yerler.

Tunus Caddesi’ndeki Zeynel, Ankara’daki ilk şube olarak 1996’da açıldı. Biraz önce de söylediğim gibi, bu kadar çok alışveriş merkezi olmadığından,
Tunalı Hilmi Caddesi, o dönemler, ilgi kaynağıydı. Bizler de Tunalı’da gezer, Akün’de sinema veya Şinasi’de tiyatro izler, soluğu Zeynel’de alırdık. Dondurmalı kupları, profiterolleri, sandviçleri ve tabi ki sütlü tatlıları… aklıma ilk gelenler

Eski günleri ve dostları yadettikten sonra yeni dostlarımla tiyatroya girdik. ‘Modigliani, Işıgın ve Hüznün ressamı ‘ adlı oyuna.Bir sonraki yazım bu ressam ve izlediğim oyun hakkında olacak:)
Author: Mine
•7.3.07

Yaşanmamış Yıllar
.
Ben beni kendi içimde
Bilmem arasam bulur muyum
Yaşanmamış genç yıllarımı
Ve sebebini suskunluğumun
...
Buluşsam orada kendimle
Ve yaratsam ellerimle
Küçük bir sırça köşk misali
Dostlarımla benim evrenimde
...
Boş yere değil yok inanmam
Koşarım yine ardından
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil yaşatan
...
Boş yere değil yok inanmam
Koşarım yine ardından
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil, bil yaşatan
...
Cesaretim olur o zaman
Düşünmeye içtenlikle
Açık seçik ve hiç korkmadan
Sonuna dek dürüst ve sevgiyle
...
Boş yere değil yok inanmam
Koşarım yine ardından
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil yaşatan
...
Boş yere değil yok inanmam
Koşarım yine ardından
Bulsam da olur bulmasam da
Bu ümit beni bil, bil yaşatan

Sezen Aksu
.
Author: Mine
•16.2.07



Optimum Outlet Center bildiğiniz gibi Türkiye'nin en büyük outlet alışveriş merkezidir.Dün gece ilk kez orada sinemaya gittim. 14 sinema salonu, 3 katlı ek bir bölümde toplanmış. Alışık olduğumuz kalabalık ve mükemmel hizmet henüz yok. Mesela WC'leri ve çıkışı gösteren tabelalar asılmamış, ayrıca mısır almak için 3. kattan 1. kata inmek zorunda kalınıyor. Çünkü büfe, sadece 1.katta var ve mısırda hazır ambalajlarda satılıyor, kendileri hazırlamıyorlar maalesef.Umarım en kısa zamanda eksiklikler giderilir.
Gelelim filmimize...Leonardo Di Caprio bu filmde babyface'likten çıkmış, olgunlaşmış, bence çok iyi yapmış:) Filmin konusunu heryerde okuyabilirsiniz.O yüzden yazmayacağım. Filmde beni en çok etkileyen, topraklarında o kadar zenginlik barındırmalarına rağmen Afrikalıların bundan bihaber olmaları, insanların mülteciliğe zorlanması, kabile kavgaları için küçük çocukları silahlandırıp ocuk askerler' yetiştirmeleri, Batı'nın silah satarak, elması alıp işleyerek oppurtunistçe davranması, bütün bu gerçeklerin bilinmesine rağmen tüm dünyanın susması...Bilindiği üzere dünyada 3 şehir elmas borsasını elinde tutuyor; Newyork, Tel-Aviv ve Anvers. Hiçbiri de Afrika'da değil!
Bugun dünyada ,85 ülkede yarım milyondan fazla çocuk, hükümet orduları, paramiliter güçler veya silahlı küçük gruplar tarafından kullanılıyor. 300 bin kadar çocuğun silahlı çatışmada aktif olarak savaştırıldığı tahmin ediliyor. Yaptırımlar tanımlı; ama yetersiz kalıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) verdiği bilgilere göre, dünya üzerinde 20'den fazla ülkede çocuklar doğrudan doğruya savaşlara katılmak üzere askere alınıyor. Angola, Burma, Burundi, Kolombiya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Lübnan, Liberya, Nepal, Sierra Leona, Sri Lanka, Sudan ve Uganda bu ülkelerin başında geliyor. Ancak bu bir 'Afrika sorunu' değil. Britanya Savunma Bakanlığı bu ayın başında 2003'ten bu yana, 18 yaşın altındaki 15 askerin Irak'ta görev yaptığını kabul etti. Aslında, bu filmin 12 Şubat Çocuk Asker Kullanımının Durdurulması Günü ne denk gelmesi bir tesadüf mü bilmiyorum ama umarım ilerde çocuklar silahla hiç tanışmazlar ve böyle birgünde de hatırlanmak durumunda kalmazlar.
Filmin başında 'elmas almadan önce bu filmi izleyin', sonunda da 'üçüncü dünyanın sesine kulak verelim' deniyor.Yorumu size bırakıyorum...
Kaynak: BİA Haber merkezi, K. Çobanlı