Author: Mine
•19.11.08

Sevgili Çilek beni sobelemiş.Ben de bunun üzerine döktüm çantamdakileri…

Çoğu zaman işe arabayla değil de servisle gitmeyi tercih ettiğimden, fotograftaki çantam, içine ihtiyacım olan her şeyi doldurabileceğim için birinci tercihim. Açık mavi renkteki bu çantayı makineye atıp yıkayabilmem ise diğer bir kolaylığı.
1.Fotografta çantanın yanında görülen siyah şeyse boyun yastığım. Günde iki saat yolculuk yapınca, haliyle boynumu korumam gerekiyor.
2. Yolculuk uzun olunca kitabımın ve Ipod’umun yanımda olması iyi oluyor. Blog komşum Nihat Abi’nin kitabını severek okuduğum için fotografta yer verdim. Hala okumayanlara tavsiye ederim.
3..Başka neler var çantamda… Maalesef iki cep telefonum var. Biri ailemle, diğeri arkadaşlarımla indirimli hat olanağı sağlıyor. Samsung kapaklı telefonları seviyorum. Telefonlarımın kamera vs özelliği yok. Konuşmamı sağlasın, mesaj, hesap makinesi ve alarm işi görsün yeter.
4.Telefonların ikisi de aynı marka olunca tek şarj aleti yetiyor.
5. Yağmurlu günlerde şemşiyem de çantamda yerini alır. Bir gün öncesinden mutlaka hava durumuna bakarım ki, ertesi gün için hazırlanabileyim.
6.Parfümüm. Son zamanlarda Armani She kullanıyorum. Hafif bir koku. Ben kendim kokusunu hissetmediğimden kimse de hissetmiyor sanıyordum. Bu yüzden aldığım bir iki iltifata da şaşırdım. Hala işte bu benim parfümüm diyebileceğim bir marka yok. Arıyorum.
7.Güneş gözlüğüm. Yağmur yoksa gözlük mutlaka çantadadır. Yaz kış fark etmez.
8. Cüzdanım. Kırmızı cüzdan hastasıyım. Sık sık değiştirmeyi sevmem. Çünkü içindekileri başka bir cüzdana aktarmak zor gelir. Gece bir yere çıkarken daha minik bir cüzdan kullanırım. Ayrıca bozuk para cüzdanı taşımam, fermuarlı kısmıyla yetinirim.
9. Kalem, kağıt mendil, sakız, araba ruhsatı, anahtarlar…
10. Evden çıkmadan makyaj yaparım. Eskiden sadece göz kalemi kullanırdım. Şimdilerde göz üzerine Diorliner sürüyorum. Kaleme benzeyen bu eyelinerin kullanımı kolay, çıkarmak için de sadece su yeterli. Fiyatı biraz tuzlu ama aylardır kullanıyorum bitmedi.
Göz makyajı haricinde ise sadece ruj sürerim. Ve yanımda taşırım. Bir arkadaşımın Çin’den getirdiği aynalı ruj kılıfını severek kullanıyorum. Ayrıca göz farı, ruj ve fırçasını içeren Dior’un seyahat setini de yanımda taşırım.

Ben kimi sobeliyorum derseniz, daha önce sobelenmemiş arkadaşlarım lütfen dökün çantanızdakileri… Mesela Figen’ciğim senin çantanda neler var?
Author: Mine
•14.11.08

Side Order of Life adlı diziyi izleyeniniz var mı bilmiyorum ama cuma günleri evdeyseniz Cnbc-e’de izleyin derim.
NTV-MSNBC’nin sitesinde konusu şu şekilde anlatılmış: In Person adlı bir dergi için fotoğrafçılık yapan Jenny, en yakın arkadaşı Vivy’nin kanser olduğunu öğrenince hayatını farklı bir gözle değerlendirmeye başlar. Jenny bu acı gerçek sayesinde hayata dair daha önce görmediği ayrıntıları fark ederek çevresindeki insanların hayatlarını olumlu yönde değiştirebilme gücüne sahip olur. Ama öte yandan kendi hayatında işler o kadar da iyi gitmemeye başlar. Hayat ve hayattan ne beklediği hakkında kafası karışan Jenny, evlenmesine çok az bir süre kalan nişanlısı Ian hakkında da kara kara düşünmeye başlar.Senaryosunu aynı zamanda bir oyuncu da olan, ödüllü yazar Margaret Nagle’ın yazdığı dizi, kanser hastalığına yaklaşımı ve farklı anlatımıyla yayınlandığı ilk günden itibaren çok iyi eleştiriler aldı. Komediyle dramı harmanlayan ve son dönemdeki iyi örnekleriyle yükselişe geçen ‘dramedi’ türünde bir dizi olan ‘Side Order of Life’, aynı zamanda ‘Beverly Hills, 90210’la hatırlanan Jason Priestly’nin de televizyon ekranlarına döndüğü yapım olma özelliğini taşıyor.

Geçen haftaki bölümünde ilk aşka, bu geceki bölümünde, baba-kız ilişkilerine değindiler. Bazı diyaloglar gerçekten çok güzel. Hüzünle beraber bolca gülümseten ve de düşündüren ama bunu sıkmadan yapan bir dizi. Tavsiye ederim.


Author: Mine
•12.11.08

İstanbul’da sadece gezmedim tabi. Yağmurlu bir günü değerlendirmek için sinemaya gittim. İstinye Park’ı da bu sayede ilk kez görmüş oldum. Büyük ve de şık bir alışveriş merkezi.
Gelelim filmimiz Üç Maymun’a… Konusuyla, diyaloglarıyla, abartısız bir film. Görüntüler harika, hepsi fotograf makinesine poz verilmiş gibi, estetik. Filmde en ilgi çeken şeylerden biri hiç müzik olmaması. (Cep telefonunda çalan Yıldız Tilbe hariç) Nuri Bilge Ceylan özellikle müzik eklemediğini bir röportajında anlatmıştı.

''Filmin Konusu : Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen birarada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı? ''

Yorumları okudum da bazısına uzun, bazısına sıkıcı gelmiş. Bence ağır ilerleyen ama güzel bir film. Verilen bir karar, hatalar silsilesini başlatıyor. Sonunda da hiç ilgisi olmayan birine kadar uzanıyor. Aynen başlangıçta olduğu gibi. Kısacası yanlış yanlışı doğuruyor.




Author: Mine
•12.11.08
25 Ekim sabahı İstanbul’daydım ve kahvaltı için Maria’nın Bahçesi’ne gittiğimizi daha önce anlatmıştım. Öğleden sonra Fenerbahçe Parkı’na gittik. Hava genel olarak kapalı olmakla beraber ara ara yağmurda yağıyordu. Biraz yürüyüş yaptık, yüzyıllık ağaçları ziyaret ettik ve
sahildeki bir kayık barınağındaki bir kahveye oturduk. Adalar manzaralı, denize sıfır, üzeri naylonla kaplanmış bu salaş yerde tahtadan iki masa ve sedir ile tahta sandalyelerden hariç bir şey yoktu. Çaylarımızı içtik, bolca sohbet ettik. Yağmur şiddetini arttırınca da hemen yakınındaki Romantika’ya geçtik. Burası epey büyük bir cafe. Yerinden oynatılamayacak kadar ağır, beyaz ferforje masa ve sandalyeleri ve ağaç gibi çiçekleriyle bilmeyen yoktur sanırım. Bizim gittiğimizde çatısını kapatmak amaçlı tadilat vardı.Çatının cam olması kış için iyiymiş ama geriye kalan dokuz boyunca gelen güneş ışınları içerideki bitkilerin yanmasına neden oluyormuş. Garsonun yalancısıyım!
Akşam gittiğimiz mekan ise Moda’da Kalinihta’ydı. Alt kattaki büyük salonda fasıl, üst kattaki küçük salonda Rumca müzik yapılan mekanda biz üst kattaydık ve salonda bizim 18 kişilik grubun haricinde birkaç çift daha vardı. Kısacası salonu kapatmış gibiydik. Bu da eğlencemize yansıdı. Bizim gittiğimiz geceki müzisyenler internet sitesinde fotografı olanlar değildi. O yüzden müzik konusunda pek yorum yapamayacağım( Bu da beğenmediğimi gösterir) Biz genelde müzisyenlerin dinlendiği vakit, DJ’nin seçtiği şarkılarda daha çok eğlendik. 1970lerden günümüze, yerli yabancı hit olmuş şarkılardan seçerek hazırladığı program harikaydı. Rum tavernası eğlencesi olmadı ama bizler çok eğlendik.


NOT: Fotograf Fenerbahçe Parkı'ndan.





Author: Mine
•11.11.08
‘Tüm ülke taşınıyor’ başlıklı şu haberi okuyunca, aklıma geçtiğimiz aylarda izlediğim bir belgesel geldi. Küresel ısınmayla ilgili olan bu belgeselde dünyamızın ısınmasıyla paralel gelişecek olan olaylar anlatılmaktaydı.
Hatırladığım kadarıyla sıcaklık şu anda 0,8’C artmış durumda. 2’C’lik ısınma hayatımızı kökten değişireceğinden 2015’e kadar küresel gaz yaymayı kontrol altına almak gerek. Bunun içinde enerji kaynaklarını değiştirmeli veya verimli kullanmalıyız. Elektrikli aletlerimizdeki (mesela televizyon )kırmızı ışığın yandığı durumlar ‘Vampir yükü’denen enerji kullanımına neden olmakta. ABD’deki vampir yükünün sıfırlanması durumu 18 adet elektrik santrali devre dışı kalmasına eşdeğer.
Çok uzağa gitmeye gerek yok evimiz ve arabamız küresel sera gazlarının %20’sini üretmekte. Küresel ısınmanın 2’Cnin altında tutabilmek için yıllık 7 milyar tonluk sera gazı önlenmeli. Her ülkenin bu konuda bir politika geliştirmesinin ve uygulamasının yanında bireysel olarakta üzerimize düşenleri yapmalıyız. Neler yapabilirizi düşünmeden önce Mavimantar’ın sayfasındaki videoyu da izlemenizi tavsiye ederim.

NOT: Aynı belgeselde ayrıca 5’Clik sıcaklık artışında Los Angeles, Kahire gibi şehirlerin su kaynaklarını kaybedecekleri, ‘iklim mültecileri’nin sayılarının yüzbinleri bulacağı, 6’Clik artışta, tüm denizlerin çöl olacağı, çöllerin kıtaları kapsayacağı, birçok şehir yok olacağı gibi, çeşitli canlı türlerinde soytükenme yaşanacağı , kısacası küresel tükeniş olan bu duruma kıyamet senaryosu denildiği anlatılmaktaydı.
Meraklısına; Dünya alarm veriyor!

Fotograf Fenerbahçe Parkı'ndan
Author: Mine
•10.11.08

Author: Mine
•6.11.08

İstanbul gezimde, ilk gittiğim mekan Küçükyalı Sahil’deki Maria’nın Bahçesi oldu. Biz yoldan geldiğimiz için biraz erkenciydik. Bahçede bir masa seçtik kendimize ve ben mekanı keşfe çıktım. Bir mekan bu kadar mı şirin olur…Dekorasyonuna özellikle de tuvaletlerine bayıldım. Hayatımda ilk kez bir yerin tuvaletinin fotografını çektim. Bayanlar tuvaletinin kapısındaki dekolte elbise, lavabonun üzerindeki kremler, jöleler, ojeler… O kadar ince düşünülmüş ayrıntılar ki…Sanırım 3-4 saat, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan oturduk. Kahvaltısı, çayları gayet güzeldi.
Cuma ve cumartesi geceleri canlı müzikte varmış. İnternet sitelerini incelediğimde yemeklerinin de tam bana göre olduğunu gördüm. Sahibi Maria Hanım’ın hikayesini de okumak mümkün burada.
Tekrar gitmek istediğim bir yer oldu Maria’nın Bahçesi. Belki bu kez Etiler’dekini keşfederim.
Author: Mine
•4.11.08
Can Dündar’ın yazılarını severek okur, belgesellerini de severek izlerdim. Hatta blogumda açılan internet sitesini müjdelemiştim. Çok değil iki yıl önce…
Kitaplığımda altı kitabı var. İçlerinden birini alıyorum. ‘Yağmurdan Sonra’ 1997 yılına gidiyorum. Haziran ayı, 7 veya 8 haziran. Hem kendim için hem de o günlerde çok hasta olan bir arkadaşım için aldığım kitapları imzalatıyorum. Sorduğumuz soruları samimi bir şekilde cevaplıyor.
Sanırım aynı yıl (bir yıl sonrada olabilir) Büyülü Fener’de aynı filmdeyiz. Yanımda kendisi için kitap imzalattığım arkadaşım var. Filmin adı U-Turn.

Yine başa saracağım ama son iki yıldır yavaş yavaş yazılarından eski hazzı almaz oldum. Yazılarında beklediğim duruşu göremediğimden belki veya yaptığı röportajlardan. ‘Neden’ adlı televizyon programını da izlemek gelmedi içimden hiç. Dün Biyo’nun yazısını okuyunca, benim gibi düşünenler varmış dedim. Çok güzel bir yazı yazmış Biyo. Biraz Can Dündar, biraz filmi Mustafa hakkında.
Bekir coşkun’un ve Safiye Usul’un köşelerinde yazdıklarına bugün de Yılmaz Özdil’in yazısı eklenince bu filme gitmek için hevesim kalmadı. Halbuki 29 Ekim’de gidemediğim için nasılda hayıflanıyordum.

Bilmem Can Dündar bu yazıyı okur mu? Okur da başını iki elinin arasına alıp düşünür mü? U-Turn filmini belki yine izler…
Author: Mine
•1.11.08

29 Ekim günü Ankara’da değildim. O gün, yaz boyunca ve de halen yapımı süren, köprülü kavşak, alt ve üst geçit açılışları yapılmış, konserler verilmiş. Merak ediyorum şatafatlı gösteriler açılış için mi yoksa Cumhuriyet Bayramımız için miydi? Diğer bir deyişle, açılış mı bayrama, yoksa bayram mı açılışa hizmet etti?
Not: Fotografı bu sabah evimin penceresinden çektim.
Author: Mine
•1.11.08

Şükür kavuşturana!... Hem evime döndüğüm için hem de bloguma ve blog arkadaşlarıma kavuştuğum için... Geçen cuma günü bloglara giremediğimde ve de ‘Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.’ yazısını gördüğümdeki üzüntüyü,can sıkıntısını tahmin edin. Kimseye sesinizi duyuramadığınız gibi, kimseyi de göremiyorsunuz ve duyamıyorsunuz. Neyse ki bir blogger arkadaşım sayesinde, Yaban’ında sayfasında yazdığı ‘tunnel’lerden haberdar oldum. Bu arada Google Reader sayesinde metinleri okuyabildiğimi ama sayfaları ziyaret edemediğimi fark ettim. İstanbul’dayken internete giremediğimden son durum ne oldu merak içindeydim.
Evime döndüğümde gördüm ki, biz sesimizi duyuramadık belki ama sağolsun yurtdışındaki arkadaşlar tepkilerini ortaya koymuşlar. Bu başımıza gelen, umarım tekrarlanmaz.
Şunu da söylemeden edemeyeceğim; bu olay bana, blogumu ve blog arkadaşlarımı çok benimsediğimi ve de sevdiğimi fark ettirdi. Dünyaya açılan bu pencerenin üyesi olmaktan mutluyum.


Not: Fotograf Küçükyalı Sahil'deki Maria'nın Bahçesi'nden