Author: Mine
•21.11.07

Bugün hayatımızda bir değişiklik yaptık, iş çıkışı dört bayan, bir arkadaşımıza çaya gittik. Maksat muhabbet... Dördümüzde Ankara'da yaşayıp, iş için günde yaklaşık 200 km yol yaptığımızdan, -her zamaki gibi- olabildiğince sade giyinmiştik. Konu konuyu açtı, derken çalıştığımız ilçedeki hanımların yaptığı günlere geldi. Çeşit çeşit yapılan pastalara ve böreklere değinmedik ama benim için en ilgi çekici konu, kadınların güne giderken yanlarında 'ev çizmesi' götürmesi oldu. Terlik ve ayakkabıyı biliyorum da, çizmeyi ilk kez duydum. Kışın güne giderken yanlarında çizmelerini götürüyorlar, eve girince diğer çizmelerini çıkarıp onları giyiyorlar.Akşam evlerine dönerken de, ev çizmelerini çıkarıp, tekrar sokakta giydiklerini giyiyorlar. Çizmelerin yanısıra bir de güneş gözlüklerini de saçlarına geçirip 'gün' boyunca çıkarmıyorlarmış.
İlginç değil mi?
Author: Mine
•18.11.07

Art Forum 3. Plastik Sanatlar Resim Fuarı
17 Kasım-25 Kasım 2007
Atatürk Kültür Merkezi
Bence görülmesi gereken bir fuar. Yukarıdaki resim, bu fuara katılan arkadaşım Gülay Baran'a ait.
Author: Mine
•11.11.07

Hep benden büyük kadınları sevdim. Çünkü her biri, her zaman bana, açmakla bitmeyen paketleri hatırlatırlar. Sonuna hiç ulaşılamayan şeylerdir çünkü onlar. Haklarında her şeyi bildiğinizde bile bilmediğiniz daha bir sürü şey olduğuna emin olabilirsiniz. Her biri katili asla tahmin edemeyeceğiniz cinayet romanlarına benzer. Her biri destansı filmler gibidir, uzadıkça daha uzamasını istediğiniz.

Hayatları, içine yeterince öykü alabilecek kadar uzundur. Yeni başlamış hikâyeler değil, çoktan bitmiş hikâyeleri ancak yeterince yaş almış kadınlar anlatabilirler. Ve eğer gerçek bir hikâye dinleyicisi iseniz her zaman hikâyelerin sonunu bilmek istersiniz.

Uzun, ballandırılarak anlatılan, merak uyandıracak yerlerde susulan, müstehzi gülümsemelerle iyice tatlandırılan o hikâyeleri ancak belli bir yaştaki kadınlar anlatabilirler. Günahın ne olmadığını çoktan öğrenmiş kadınlar...

Hayatta doğru veya yanlışın olmadığını, sadece yaşanması gereken bir hayatın olduğunu çoktan öğrenmiş ve hikâyeleriyle bunu öğretebilecek kadınlar.

Böyle kadınlardan biri işte, bana bir hikâye anlattı. Çok eski bir aşk hikâyesi. Kadınların anlattıkları hikâyelerden geçen adamlar hiçbir zaman bilmeyecekler kaç kadının hayatına girdiklerini, elbette.

Yaşanmış ve bitmiş bir hikâye bu. Daha doğrusu bitmesine izin verilmeden terk edilmiş, kestirip atılmış bir hikâye. "Belki on yıl sonra" dendikten sonra iki kişinin birbirine sırtını dönüp ayrı yönlere yürümeye başladığı bir hikâye. Bilirsiniz, böyle sözler hiç tutulmaz.

Kimse güvenmez bir diğerine yeterince. Hem hayat, bilirsiniz herkese her şeyi unutturmaya ayarlı bir mekanizma. Verilmiş sözleri, edilmiş yeminleri kırmak üzere bir deli zembereği var.

Hikâyeyi dinledikçe, niyeyse ben de verilmiş bir sözün tutulup tutulmayacağını düşünürken, tutulmasını isterken, çok isterken buldum kendimi. Hayatın zembereğini çünkü, ancak verilmiş sözlerin tutulması patlatmaz mı? Verilecek sözlerin tutulmasına inanmak bozmaz mı? Ancak hayatın zembereğini patlatan olaylar gerçek bir hikâye değil midir zaten?

Fakat kadınlar, erkeklerden daha çok geçiyorlar hayattan belki. Geçtikçe, gördükçe daha çok yoruluyorlar muhakkak. Daha çok yoruldukça daha çok ihtiyacımız oluyor verilmiş sözleri tutacak adamlara. İhtiyaç da değil aslında, genç bir kadına anlatacak daha iyi, daha mutlu bir hikâyemiz olsun istiyoruz belki de.Sırlar... Hem genç tutup hem yaşlandırıyorlar bizi.



Author: Mine
•10.11.07
Mustafa Kemal Atatürk

(1881 - ...)
Author: Mine
•2.11.07
'Gerçeğin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır' Erdal İnönü