Author: Mine
•29.4.09
Sevgili Blog Arkadaşlarım,

Hepiniz o kadar güzel şeylerden bahsediyorsunuz ki elimden geldiğince her gün okumaya çalışıyorum.

Dün Tütü’ye bıraktığım bir yorumdan sonra sayfasında Paul Pott’tan bahsetmiş. Sevgili TD bilirim sen de çok seversin bu adamı.
Yine Tütü , bugün Kadınca Yazılar başlığı altında Aziz Nesin’in çok güzel bir yazısına yer vermiş.

Bekriya’cığım da Bırak Dağınık Kalsın’da bazen öyle güzel döktürür ki, hırçınlığını, duygusallığını severim onun. ‘Kadınca’ yazılar yazar.

Çilek’ciğimin huzur bulduğum bir sayfası vardır. Geçen gün yazdığım bir yazıya Ankara’daki beğendiğin yerleri yazman çok iyi oluyor ben de öğreniyorum demişti. Aslında çok yer bilmem ben. Gece hayatım hiç yok gibi bir şeydir. Lise arkadaşlarım genelde İstanbul’da yaşadıklarından oraya gittiğimde günün 24 saati dolu geçer. Ankara’da da eğlenmeyi seven bir grubum var ama çok nadir buluşabiliyoruz. Birkaç hafta önce Ümitköy Arcadium’daki Kırmızı’ya rezervasyon yaptırıp gittik. Mekan güzeldi, yemekleri güzeldi, kırmızı giymiş solistin sesi ve repertuvarı güzeldi. Daha çok canlı müzik dinlenecek bir cafe havasındaydı ama benim eğlenmeyi ve eğlendirmeyi seven, etraftakilerin ve masamızdaki beylerin şaşkın bakışlarını takmayan grubum, oranında o havasını değiştirdi. Eller havaya formatında eğlenen, hızını alamayıp sandalye tepesine çıkan bir hanımın olduğu masa, itiraf ediyorum ki bizdik. Önümüzdeki ay için yine sözleştik. Mekanı da belirledik. Gidersek yazarım yine Çilekciğim.

Yıldızlı Blogum, uzun zamandır ihmal ettin bizleri. Geçen günkü görüşmemizi, arabana atlayan ve bizi şaşırtan bayanı yazacaktım ama dönünce yazarım artık. Belki sen, benden önce davranıp yazarsın. Ya da bu haftasonu gittiğin yerleri paylaşırsın. Ne de olsa A Cup of Caffein gibi güzel yazan, güzel fotograflar çeken bir arkadaşın var yanında.

Uzun zamandır bloguna yazmayan diğer bir arkadaşım dünya tatlısı S., bu hafta bana e-posta atarak çok şaşırttın ve mahcup ettin. En kısa zamanda görüşelim.

Aybike’ciğim ve Figen’ciğim, haziran gelmek üzere ve ben Türkiye’ye geleceğiniz için çok mutluyum.
Figen sayesinde yazmaya başladım ve yeni, güzel bir çok arkadaş edindim. Ona ayrıca teşekkür ederim.

Belli mi olur Hediklimle de belki bu yaz tanışırız. Bu sayede Alp&Ege’nin incilerini kendim dinlerim. Sayende İsveç’i, dünyayı tanıyoruz.

Mavimantar’cığım yeni blog şablonun ve de seçtiğin konular o kadar güzel ki…Senin blogunla tanıştıktan sonra evdeki deterjanları değiştirdim. %98 doğaya karışan bir marka kullanıyorum. Anneme, ablama da hediye ettim. Arap sabunu ile siliyorum yerleri. Bu gidişle tüm deterjanları doğala çevireceğim.

Punto Ağabey’in yazılarını okumaktan ayrı bir keyif alırım. Anlatımı o kadar güzeldir ki ben ne kadar uğraşsam da aceleye getirip güzel bir şeyler ortaya çıkaramıyorum.

Geç bulduğum ama iyi ki de bulduğum Asortik Krebimin sayfası da içimi açıyor. Daha önce 2-3 kere gittiğim ve çok beğendiğim Fethiye onun sayfasında daha bir güzel. Hem şehri güzel yaşıyor hem de üşenmeyip bizlerle paylaşıyor.

Nihat Abi’yi anmadan geçmek olmaz. Bloguyla ve kitabıyla hayatıma çok şey katmıştır. Yaşadığım şehri , insanları daha bir merak eder olmuşumdur. Mekanı cennet olsun.

Yeni yeni tanımaya ve takip etmeye başladığım blog arkadaşlarım da var. Hepsi Blog Listemde. Herkese teşekkürler!
Author: Mine
•29.4.09



Bugünlerde evimle ilgilenir oldum. Bir şeyler almanında ötesinde, epeydir ihmal ettiğim çiçeklerime yeni saksılar aldım, topraklarını değiştirdim.
Çiçeklerden hiç anlamam çoğunun adını bile bilmem. Asortik Krebim belki sen bu konuda yardımcı olursun bana.





Yukarıdaki fotograftaki çiçeğim ağaç gibi oldu ama adı nedir, çiçek açar mı bilmiyorum.



Bunlar menekşelerim. Aldığım çiçeklik üç ayaklı ferforje birşey ama fotografı nasıl çektiysem hiç belli olmuyor.


Yine adını bilmediğim ve evimde iki tane olan bir çiçek. İkisi de hediye. Ablam Gelin Çiçeği bunun adı dedi. Yanlış hatırlamıyorsam Asortik, gala çiçeği demişti bir yazısında.


Soldaki ve ortadaki çiçekler de en üstteki ağacımın dibindeydiler. Ben de bu minik saksılara aldım onları. İlerde biraz daha büyüsünler yerlerini yine değiştireceğim.




Soldakinin ve ortadakinin adını biliyor musunuz?




Geçen gün Optimum Alışveriş Merkezi'ne gittim. Zemin katta, kapalı otoparktan alışveriş merkezine girildiğinde hemen sağda bir züccaciyeci açılmış. Fiyatları çok uygun olan cam çay kaşıklarından, ahşap cerezliklerden ve minik güveç kaplarından aldım. Bu kapları kullanarak arkadaşlarıma yemek yapmak istiyorum.




Çay bardaklarım Mudo'dan, tabaklar Tepe Home'dan. Tepsim hediyegelmişti. Sanırım o da ya Mudo'dan ya da Tepe'dendi. Kaşıklarımda uymuş değil mi?




Sadece evimi değil kendimi de süsledim. Ne zamandır incili kolye istiyordum. Küpelerim ve yüzüğüm vardı ama kolyem yoktu. Yukarıdaki kolyeden daha önceden hediye ettiğimden aynısından almak istememiştim ama ellerinde küpe ve yüzüğüme en uygun tek bu model vardı.



Bu da yüzüğüm. Seramik lale. Etrafı sanırım altın suyuna gümüş! (böyle bir şey var değil mi?)



Bu da diğer kolyem, sedef ve gümüş karışımı. Çok beğenerek aldım. Sanırım bu haftasonu ilk kez kullanacağım.


Author: Mine
•29.4.09




*Sabah erken ve gece geç saatte araba kullanmaya bayılırım. Trafik yoktur, ister hız yaparsınız isterseniz aheste aheste radyoda çalan müziğe eşlik edersiniz.
Pazartesi sabahı da işe arabayla gitmem gerekiyordu. Açtım müziğimi. Emre Aydın’dan ‘Afili Yalnızlık’çıktı şansıma. Ve ilk cümleler ‘Ölsem, ölsem, ölsem. Hemen şimdi!’ ben de bağırarak eşlik ediyordum ki bu iki cümleden sonra ne dediğimi farkedip ‘Allah korusun’ dedim. Sonra da yüzlerce kez dinlediğim bu şarkıya verdiğim tepkime yol boyunca güldüm

*Bu hafta nedense aylardır görüşmediğim arkadaşlarım aradı beni ya da bir yerlerde karşılaştık. Nerelerdesin görüşelim dediklerinde hepsine de bu haftasonu yokum haftaya görüşelim dedim. Şimdi kara kara düşünüyorum.Herkese aynı hafta için randevu verilir mi?

*Uzun zamandır buzdolabı almak için araştırma yapıyordum. Şu mu bu mu derken kararımı verdim. Ankamall’de beğendiğim buzdolabını almaya giderken bir mağazada da buzdolabı satıldığını gördüm.Buraya da bir bakayım dedim. İstediğim ebatlarda sadece bir buzdolabı vardı. Mağaza çalışanı bana buzdolabını anlatmaya başladı. Önce rafa bir yumruk attı, bu şekilde rafların dayanıklı olduğunu anladım. Kapısındaki raflardan birini çıkardı, onu da bükmeye çalıştı, kırılmaz ve çatlamaz olduğunu anladım. Kapıdaki lastiğin ucundan tutup çıkardı. Eğer lastik bozulsa bile kapının değişmez olduğunu anladım.Fiyatı da almak istediğim diğer marka buzdolabının yarısı olunca önce düşünmem gerek dedim. Ama mağazadan o buzdolabını alarak çıktım. Ertesi gün hastanede kime anlatsam ‘O markanın buzdolabı da mı varmış, cep telefonu markası değil mi o?’ tepkisini gördüm. Epeyce eğlence konusu oldu. Hatta iki arkadaş anket yaptık diyebilirim. En az 10 kişiye sorduk ama kimse beyaz eşyada o markayı bilmiyor.
Bu sayede bir gerçeği daha fark ettim. Buzdolabım ve mikrodalgam bir cep telefonu markası, bulaşık makinem ve çamaşır makinem de başka bir cep telefonu markası, televizyonumda daha başka bir cep telefonu markası!
Author: Mine
•23.4.09

Dün yeğenimin kreşinde 23 Nisan kutlaması yapılmış. Ben de akşam iş çıkışı pastamı alıp, miniğimin bayramını kutlamak için onlara gittim. Sürprizleri çok sever. Pastayı görünce de çok mutlu oldu. Adettendir her pasta yenmeden önce mumlar yakılır ve ‘İyi ki doğdun Selin’ diye ritm tutarız, ardından mum üflenir ve alkışlar...Dün akşam da mutfakta annesiyle beraber kuzuşum pastayı hazırlamışlar, üzerini mumla donatmışlar. Lambaları söndürdük. Kendisi önde annesi arkada ‘İyi ki doğdun 23 Nisan, iyi ki doğdun 23 Nisan’ diye şarkı söyleyerek geldi güzel yeğenim. Şaşırdım, gururlandım, çok mutlu oldum.

‘İyi ki doğdun 23 Nisan’
Author: Mine
•20.4.09

Cumartesi sabah kahvaltı için dışardaydık. Açık hava planlamış olmamıza rağmen, sabah 5 dereceyi görünce kapalı bir yer olsun dedik ve Panora’daki Zıkkım’ın yolunu tuttuk. Cumartesi kimse dışarıda kahvaltı yapmıyor anlaşılan, koskoca salonda sadece biz vardık. Seçimimizi paşa kahvaltısından yaptık ki, tek başına bitirmek imkansızmış. Bir tepside, iki üç kişiye yetecek kadar kahvaltılık vardı. Beraberinde bakır sahanda pişirilmiş yumurtalarımız, demleme çayımız pek bir güzel gitti. Nette araştırdım da Zıkkım’ın waffleları da güzelmiş. Çok sevimli bir siteleri var. Bakın burada!




Author: Mine
•16.4.09

*Kaç gündür 12.dalga haberlerini izleyip duruyorum. En çok içimi acıtan da meslektaşı olmaktan gurur duyduğum Türkan Saylan’ın bu şekilde bir davranışa maruz kalması. Ne sindirebiliyorum ne de kabullenebiliyorum. Utanç duyuyorum.
Her şeye rağmen, bu kadar ağır hasta iken gözlerindeki ışıltıyı kaybetmemiş olması, bugün kemoterapiden çıktığında yaptığı konuşmada, hala ama hala bizler için mücadele etmek için projelere kafa yorması karşısında saygıyla eğiliyorum.
*Bir diğer saygıdeğer insan AİHM eski yargıcı Rıza Türmen. Kendisini bir kez dinleme fırsatım oldu. Bilgisine, mütevaziliğine, güleryüzlülüğüne hayran olmuştum. Bugün Haydi Gel Bizimle Ol programını izlerken Rıza Türmen’in Kıskaç İçinde Demokrasi başlıklı yazısından bahsettiler. Onu okumuşken Fazıl Say’ın CD’leri ve Korku adlı yazısını da okuyun.
*Bugün duyduğum en iyi haber kuşkusuz ÇYDD’ye yapılan bu baskınlara karşılık bağışların artması. Biliyorsunuz daha önce yazdığım bir yazıda Baba Beni Okula Gönder kampanyasından bahsetmiş, sizleri de desteğe davet etmiştim. Hala ayda 34 liraya bir kız çocuğunun okumasına destek olabilirsiniz.
*Bugün okuduğum bir başka yazıda, 12.dalgada gözaltına alınan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erol Manisalı’nın son yazısı. Okuyun ve düşünün.

Bu kadar lafı Sunay Akın’la tamamlayayım: ''Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur..
"Tavuk toplum" önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz."
Author: Mine
•13.4.09
Aşağıdaki bilgiler wikipediden

Akademisyenliği

1968 yılında İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başlamıştır. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere’de ileri eğitim görmüş, 1974 de Fransa’da 1976’da yine İngiltere’de kısa süreli çalışmalar yapmış, 1972’de doçent, 1977’de profesör olmuştur. 1982 – 1987 yılları arasında, İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı, 1981 – 2001 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürütmüştür. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev almış ve 1996’ya kadar Müdür Yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatölüğünü yapmıştır. Dermatoloji kliniğinin öğretim üyesi olarak 2002 yılı sonuna kadar çalışmış ve 13 Aralık 2002 tarihinde emekli olmuştur.

Bilimsel Çalışmaları

1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başlamış, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurmuştur. 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verilmiştir. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün Lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve Başkan yardımcısıdır. Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer almıştır. 1981-2002 yılları arasında 21 yıl, gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yapmıştır.

Bilimdışı çalışmaları
ÇYDD
1989’da oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) kurucularındandır ve halen Genel Başkanlığını yürütmektedir.
Cumhuriyet mitingleri
14 Nisan 2007 Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan Cumhuriyet mitinglerinin organizasyonunda ve icrasında bulunmuştur.
Öğretim Üyeleri Derneği
1990’da oluşan “Öğretim Üyeleri Derneği”nin kurucusudur ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır.
Diğer STK Çalışmaları
1995’de mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)nın
1995’de kurulan Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı (TÜRKÇAĞ)’nın kurucusu ve başkanıdır.
Birçok mesleki ve sosyal derneğin üyesidir.

Devam eden aktif görevleri ,

Gönüllü kuruluş olarak; ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı, sürdürmektedir.
Cumhurbaşkanları ile İlişkileri
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Halen bu görevi sürdürmektedir.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliğiyle görevlendirilmiş ve bu görev Şubat 2007’de bitmiştir.

Diğer Görevleri

2003 – 2004 arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.

Ödülleri

1996’da İstanbul Üniversitesi kendisine “Atatürk İlke ve Devrimleri” ödülünü vermiştir.
İngiltere dermatologlarının derneği olan Dowling Kulübü (1978) ve "Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği" (1996) tarafından onur üyesi seçilmiştir. Bugüne kadar çok sayıda ödüle layık görülmüştür.
“Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü” İstanbul Üniversitesi (1996),
“Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü” (1990),
Melvin Jones Ödülü” (1991),
“Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü” İncirli Lions (1996),
“Kuvayi Milliye Ödülü” Haliç Rotary (1997),
Fahrettin Kerim Gökay Ödülü” Türk Lions Vakfı (1997),
Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü” (1998),
“75. Yıl Ödülü” Türk Kadınlar Birliği Şişli Şb. (1998),
Uğur MumcuMuammer Aksoy Ödülü” ADD İstanbul Şubesi (1999),
Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi Onur” Ödülü” (2000),
İtalya “Foyer des Artistes Kurumu Ödülü” (2001),
Cüzzamlı Hastalara verdiği uzun süreli hizmet ve getirdiği bakış açısı nedeniyle “Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği 2001 Yılı Ödülü”,
“Atatürk Ödülü” Amerika / Atatürk Topluluğu (2001),
Sanat Kurumu Onur Ödülü” (2002),
“Atatürk / Çağdaşlık Ödülü” Dünya Atatürkçü Kuruluşları (10 Kasım 2003),
“Üstün Hizmet Ödülü” Yıldız Teknik Üniversitesi (2004),
Eğitime yaptığı katkılar nedeniyle “Eğitim Ödülü” TED Koleji,
“Kendinden once hizmet” ilkesine örnek davranışı nedeniyle “100. Yıl Mesleki Başarı Ödülü” Rotary Kulübü,
“İnsan Hakları Ödülü” İzmir Karşıyaka Belediyesi (2004),
“Türkiye’nin En İyi Eğitimcisi” Ödülü - Tempo Dergisi (2004),
Kültür Üniversitesi’nin İstanbul genelindeki üniversitelerin öğrenci ve öğretim üyeleri arasında yaptığı anket sonucunda “Yılın En Yürekli Kadını Ödülü” (2004) ,
“Puduhepa Ödülü” - Adana Kütür Sanat Derneği (2005),
“Meslek Hizmetleri Ödülü” Ankara Emek Rotary Kulübü (Ekim 2005),
“Toplumsal Barış Ödülü” Barış Radyo,
“İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü” -
SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı (2005),
“İyi Kalpli Ol Ödülü” Türk Kalp Vakfı (2006),
“Yılın Başarılı İş Kadınları Ödülü” Dünya Gazetesi (2006),
“ÇEK Eğitim Ödülü”, Çağdaş Eğitim Kooperatifi (2006).

Yayınları

2005 yılı başı olarak, toplam 440 yayını bulunmaktadır. Bunların 50’si yabancı dergilerde yayınlanmış tıbbi çalışmaları, 204’ü tıbbi, sosyal ve siyasal içerikli gazete makaleleri, 186’sı ise Türkçe tıbbi dergilerde ve kongre kitaplarında yayınlanmış araştırma, derleme ve olgu bildirimleridir.
2’si kitap, 3’ü seminer kitabı olmak üzere 5 yayını editör grubunda yer almıştır. 1. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı adlı ve 5 baskı yapan ders kitabı, makalelerini içeren ve üç baskı yapan Cumhuriyetin Bireyi Olmak, çocukluk yaşamını anlatan ve 4 baskı yapan “AT KIZ”, son yazılarının toplandığı ve 2003’de yayınlanan Cumhuriyetin Bireyi Olmak II, 2004’te Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nca kaleme alınıp T. İş Bankası’nca bastırılan, yaşamının öyküsünü içeren ve altı baskı yapan Güneş Umuttan Şimdi Doğar, 2006’da yayınlanan Cumhuriyet Radyo’da konuklarıyla yaptığı söyleşilerden oluşan “Geçmişten Geleceğe Radyo Cumhuriyet’te Çağdaş İnsan Söyleşileri” olmak üzere altı kitabı yayınlanmıştır. 2005’de Cumhuriyetin Bireyi Olmak I ve II, son dönem yazıları da eklenerek genişletilmiş ve birleştirilmiş baskı şeklinde yayınlanmıştır. Zehra İpşiroğlu’nun Türkan Saylan’la yaptığı, uzun zaman dilimini içine alan bir söyleşiyi kapsayan kitap Yapıcılığın Gücü 2006’da yayınlanmıştır.
...
The War of Dog filmini izlediyseniz eğer, konusunu da az çok hatırlarsınız. ABD Başkanı’nın bir skandalını örtbas etmek için bir Hollywood yapımcısından yardım istenir. Bu amaçla bir ülke ile hayali savaş yaratılıp kamuoyunun ilgisi o konuya çekilir. Ergenekonun her dalgası bana o filmi hatırlatıyor. Bizlerin, cüzzamlıdan ürküp kaçtığımız dönemde onun eline dokunan dermatologumuz, yaptığı organ nakilleri ve kurduğu üniversite ile iftihar ettiğimiz cerrahımız, Türkiye’nin ilk ve tek hücre ve gen tedavi merkezini kuran hematologumuz ilim irfanı bırakıp böyle bir örgüte üye olmuşlar. Bana inandırıcı gelmiyor. Ya size?

Fazla söze gerek yok aslında. TTB bu konuda bir açıklama yapmış: Hepimiz Türkan Saylan’ız diyerek en iyi cevabı vermiş.

Author: Mine
•10.4.09
İstanbul lalesiz olur mu hiç?

İstanbul’da olduğumuzu duyan bir arkadaşım ve eşi, cumartesi gecesi için yaptıkları programa bizi de davet ettiler. İki kişi gideceklerken, toplam sekiz kişi gece yarısı Ortaköy Patika’nın yolunu tuttuk. İçeri girdiğimizde baktım yaş ortalaması 40-45 civarı, belki de daha yüksek! Eh biz de pek küçük değiliz. Yerimize geçip oturduk.
Patika’nın manzarası muhteşem. Neredeyse güneşin doğuşunda oradan ayrılacağımızdan habersiz ben, etrafımı seyretmenin keyfini çıkardım.
Gece 01.00 civarı, siyahlar giymiş, uzun ve kara sakallı, ufak tefek bir adam, orkestranın ve de yoğun alkışın eşliğinde sahnesini aldı. Türkü severim ama sadece türkü söylenen bara hiç gitmemişimdir. Elinde sazı, Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, Ezginin Günlüğü, Kazım Koyuncu derken baktım benim bildiğim şarkı ve türküleri söylüyor hem de güzel söylüyor ben de eşlik etmeye başladım. Sonra eskilere, Hümeyra’ya Sessiz Gemi’ye, Şevket Rado’nun sözlerini yazdığını orada öğrendiğim Kördüğüm’e kadar öyle güzel şarkılara geçtik ki iyice keyfim yerine geldi. Kısacası türküden, sanat müziğine, poptan, klasik müziğe, reggae, blues, rock ne ararsanız söylendiği, dans edildiği, halay çekilip, horon tepildiği bir gece oldu.
Bu kocaman sesli adam, dört - dört buçuk saat sahneden inmedi.Yani hiç ara vermedi. Sandalyesinin yanındaki sehpaya sıra sıra dizilmiş konyak kadehlerini ‘iyi bayramlar’ diye yudumlayışıyla, şarkı aralarında ‘programıma başlamadan önce’ deyişiyle, dizelerin arasında tüttürdüğü sigarasıyla, sanki tiyatro sahnesinden bizimle konuşurcasına söylediği şarkılarıyla dört dörtlük bir program sundu. Gecenin sonunda yaptığı gösteriyi hiç söylemiyorum bile!
Sabah altıya doğru oradan ayrıldık. Patikanın çalışanları bizleri ‘İyi sabahlar’ diye uğurladıklarında ben, Soner Olgun’un adını ilk kez o gün duyduğuma hayıflanıyordum.



Sabahın ilk ışıklarında Ortaköy
Author: Mine
•9.4.09
Yeşil Vadi'den bir görünüm

Yola çıktığımızda nereye gideceğimizi bilmiyordum. Beykoz’a, ardından Riva’ya, sonra da ağaçlı yollardan geçip,Yeşil Vadi’ye vardık. Yeşil Vadi, dere kenarında, yeşil bir arazi üzerindeki minik bir kulübeden ve masalardan oluşan bir restaurant.
Gider gitmez dere kenarındaki bir masaya yerleştik. Sürprizin sahibi S., kahvaltılıklarımızı da almış. Arabanın bagajından neler çıkarmadı ki…Mangal için sucuk ve hellim peynirden tutunda simite, birkaç çeşit ekmeğe kadar her şeyi düşünmüş. Bize mangal ve çay siparişi vermek düştü. Hava serinceydi ve mekanın sahibi bizi içeriye, soba başına davet etse de yemeğimizi bitirene kadar yerimizden kalkmadık. Zaten cumartesinin tek konukları da bizdik!



Mangalda sucuk pişiren ben!

Kahve içmek istedik ama orada yokmuş. Biz de Polonezköy’ün yolunu tuttuk. Riva gibi Polonezköy’de hep görmek istediğim yerlerden biriydi. Şansıma bir günde iki isteğimde gerçek oldu. Kahve için Polonezköy’de Leonardo’yu seçtik. Çok ama çok şirin bu bina restore edilmiş ve sadece restaurant olarak hizmet veriyor. Sabahtan akşama kadar açık büfe hizmetinizde. Geniş bir arka bahçesi var. Orada fotograf çekemedim ama isteyenler sitesini ziyaret edebilirler.


Günü ortaladıktan sonra arabamızla Harem’den Karaköy’e geçtik. Bu sayede köprü trafiğiyle de cebelleşmemiş olduk. Eminönü sahildeki Yeni Cami’ye girip ‘En kötü günüm böyle olsun’ diye dua ettim, ardından Nimet Abla’dan piyango bileti aldım, oradan Mısır Çarşısı’nagittik. Karaköy'e gidipte Karaköy Güllüoğlu Baklavacısı’na gitmemek olmazdı:)




Galata'da yemek yediğimiz yerin tavanındaki ağlar ve kılıç balığı

Akşam yemeğinde Galata’da köprü altındaydık. Aslına bakarsınız benim umduğum tipik balıkçı restaurantlarını bulamadım orada. Bolca gürültülü müzik çalan kafeler dolmuş. Ne Cunda’daki ne de Adalar’daki balıkçılar yoktu ama biz denize, denizciye en yakın olanını seçip yemeğimizi yedik.Ve şarapçı olan ben hayatımın ilk rakısını içtim.

İlerleyen saatlerde başka bir sürpriz daha bekliyormuş beni…
Author: Mine
•7.4.09

Neredeyse iki ay öncesinden planlamıştık İstanbul’u. Ne çabuk geçti zaman ve ben evime döneli iki gün oldu.
İstanbul’a otobüsle gitmeyi severim. Perşembe akşam üzeri yollara düştüm. Otopark sorunu olmadığından biletimi kendi terminali olan bir şirketten aldım.Ankaralılar bilirler, Gökçek’in marifetlerinden biri de otobüs şirketlerinin semtlere olan servis hizmetini kaldırmasıdır. Ya taksi parası vereceksiniz ya da metro, otobüs dolmuş yapacaksınız. Duyduğuma göre Kızılay’a filan servis koymuşlar son zamanlarda ama yükün varken Kızılay’a gitmek oradan yine başka bir araç bulmak zor iş. Gökçek demişken, İstanbul’daki tüm arkadaşlarım hatta bindiğim taksinin şöförü bile nasıl seçtiniz Gökçek’i, Ankara’ya yakıştıramadık dediler. Sanki tek sorumlusu seçmen. Onu aday gösterenlerin de hiç sorumluluğu yok mu bu konuda? Seçimler bitti ardından, hakkında davalar açıldı. Oldu mu şimdi? Bu arada Obama, onun 61 yaşında olduğunu duyunca inanamamış. Bence inanamayacak bir şey yok. Yaşlanmak için yüzünün olması gerekir bir insanın. Neyse bu konuyu bir tarafa bırakalım gelelim gezimize…

Cuma öğlene doğru, soluğu Emirgan’da denize sıfır Mehtap Çay Bahçesi’nde aldım. Geçen gidişimde de orada kahvaltı yapmış ve hem servisten hem de kahvaltısından çok memnun kalmıştım. Sonra Taksim, Cihangir, Asmalımescit’te dolaştım. Beyoğlu Elit'ten, köşedeki o minicik dükkandan yine çikolatalarımı aldım. Şampiyon’da kokoreçle midye dolma yedim. Ama bu kez memnun kalmadım. Dolmanın içinden kumlar vardı sanki ve kokoreçte değişmiş geldi. Sonra yine Cafe Krepen’de suflemi yedim. Asmalımescit dolaylarında dolaşırken Nuri Alço ile karşılaştım. Bunu anlattığımda arkadaşlarımın alay konusu oldum. Tabi ki Nuri Alço’nun kişiliğiyle ilgili değildi şakalar, filmlerde canlandırdığı karekterlerden yola çıkarak, ‘Daha ilk günde Nuri Alço’yu peşine takmışsın, sen İstanbullara yalnız gelme, aklımız sen de kalmasın’ diye epeyce bir laf duydum. Akşama İstinye Park’ta dolaştım, yine İstinye’de Fish Var’da balığımı yedim. Bunlar nerdeyse her geldiğimde yaptığım ve uğradığım yerler. Asıl sürprizlerle cumartesi karşılaştım.
Author: Mine
•1.4.09
Bugünlerde
Saatlerin ileri alınmasına hala uyum sağlayamadım. Sabahın kör bir vaktinde işe gidiyorum. Uykusuzluk bir yandan. Son iki gündür gece gündüz arası sıcaklık farkı da arttı ki, sabah hava soğuk oluyor, kat kat giyiniyorum. Öğleden sonra hava ısınıyor, ben buharlaşıyorum.

Spor
Bugünlerde sporu da biraz ihmal ettim. Doğrusunu söylemek gerekirse faydalarını görmeye başlamıştım. Herkes zayıfladığımı söylüyor ama ben kilo vermekten ziyade derlenip toparlandım. Geçen gün alışverişe gittiğimde bir beden küçüldüğümü fark etmek mutlu etti beni(Hatta bir kot modelinde 2 beden )

Yolculuk
Yarın yolculuk var. Çamaşır, ütü, eşya hazırlama derdi… Bu sefer yalnızca bir sırt çantasıyla gideceğim. Normalde koca bir bavul taşırım hep.Şimdiye kadar sadece bir kez sırt çantasıyla dolaştım. Yıllar önce Fethiye’ye tatile gittiğimde, dönüşte bavulumu kargoya verip sırt çantamla İstanbul’a gitmiştim. İki gün orada kalıp, deniz otobüsüyle Yalova üzerinden Bursa’ya, oradan da Balıkesir’e geçmiştim. Kahvaltı İstanbul’da, öğle yemeği Bursa’da – iskenderdi yediğim-, akşam yemeğini de Balıkesir’de yemiştim. Ne tatildi ama!



Mostar Köprüsü
Geçen hafta Bosna-Hersek’e giden bir arkadaşım, içinde Mostar Köprüsü’nün silüeti olan cam bir süs eşyası getirmiş. Çok memnun oldum. Anlat nasıldı oralar dediğimizde de, heyecanla açtı bilgisayarını ve çektiği fotografları gösterdi. Saray-Bosna minicik bir Anadolu şehri, Mostar ise kasabası görünümünde. Eminim baharda yemyeşil olduğunda çok daha güzel görünür. Fotograflar içinde beni en çok etkileyen, delik deşik olmuş bir duvarın fotografıydı ki ne kadar şiddetli bir ateş altında kaldıklarının göstergesiydi.
Saray- Bosna dört bir yandan kuşatılmış. Sadece bir tünel aracılığıyla dış dünya ile bağlantı sağlamışlar. O tünelin geçtiği yerdeki evin sahibi teyzenin elini öperken de fotograf çektirmiş bizimkisi. Ben de ‘Teyzenin adı neydi?’ dedim. Düşündü ve ‘Boşnak bir teyzeydi işte’ dedi. ‘Ben olsam teyzenin seceresini öğrenirdim’ dedim.
Kadınlar ve erkeklerin farkını ortaya koyduk sanırım.

Biraz müzik
Bir iş arkadaşım ABD’den yeni döndü. Bilgisayarımıza yeni müzikler eklemiş. Elvis Presley’den Leonard Cohen’e. Buraya kadar her şey normal ama bana enteresan gelen Elvis Presley’in sesini tanımaması oldu. Siz şarkıları dinlerken ben de çantamı hazırlayayım.



Dönüşte görüşmek dileğiyle...

Author: Mine
•1.4.09
Milliyet'te yazan bu haberi okuyan birçok kişi şaşırmıştır sanırım.