Üniversite yıllarımda 14 Mart Tıp Bayramı’nı adına yakışır bir şekilde bayram havasında kutlardık. Yıllar içinde biz mi değiştik yoksa mesleğe atıldıktan sonra beklentilerimizi karşılayamamış olmamız mı sebep ne bil-m-iyorum, bu gün bayram olmaktan çıktı. Hele ki son yıllarda sağlık hakkının, para getiren işletmelerin hizmeti olarak görülmesi neticesinde ‘paran varsa sağlık hizmeti alabilirsin’ sonucuna gidiyor olması endişelendiriyor beni. Aksayan hizmetin faturasında, hekime çıkarılması diğer bir konu.
Google’a girip doktora saldırı yazdığınızda 287.000 sonuç elde ediyorsunuz. Son yıllarda bu sayı artmakta. Neden acaba?
Birkaç örnek…
12.02.2008
Karacabey’de doktora saldırı17.01.2008
Konya'da yaşanan iki ayrı olayda bir doktor ve hemşire ile hizmetli, hasta yakınlarının saldırısına uğradı.09.01.2008
Bir haftada 3 doktora saldırı!28.12.2007
İstanbul ve Antalya'da Aynı Gün 2 Doktora Yapılan Silahlı Saldırı, Diyarbakır'da Görevli Sağlık Personelleri Tarafından Kınandı. Şiddetin İnsanlık İçin En Büyük Tehdit Olduğunu Söyleyen Tabibler Odası Başkanı Dr. Adem Avcıkıran, "Bölgemizde Çalışan Doktorlar Fiziki ve Sözlü Şiddet Görüyor. Çirkin ve Vahşi Saldırılara Artık Yeter Diyoruz" Dedi.
Bir de çıkıpta binlerce ytl kazandığımızı söylemiyorlar mı? Çok merak eden varsa bordromu gönderebilirim.
Lafı fazla uzatmayayım. Bugün Gazeteport'ta okuduğum
bu yazıyı, okumanızı tavsiye ediyorum.
“Gel lan buraya başhekim!”
Geçen Temmuz ayında Bolu Fizik Tedavi Rehabilitasyon Hastanesi Başhekimi Dr. Sedat Turgay, Sağlık Bakanlığı müfettişlerinin dört ay boyunca “Gel lan buraya başhekim” diye hakaret ederek hastanesini sözde teftiş etmelerine dayanamamış, ‘Onuru zedelendiği’ için pompalı tüfekle intihar etmişti.
Türk Tabipler Birliği de;
“Sağlık Bakanlığı, kamu hastanelerini özelleştirmek, işletme haline dönüştürmek istiyor. Özellikle 22 Temmuz seçimleri sonrası, müfettişlerin tavırları hakaret boyutuna varmıştır. Müfettişler desteği Sağlık Bakanlığından alıyorlar. Kamu hastanelerinin özelleştirilmeleri uğruna uygulanan baskı bir meslektaşımızın yaşamına son vermesi ile sonuçlanmıştır” demişti.
Sen ‘doktor olacağım’ diye gençliği kapıdaki kültablasında söndürüp Tıp Fakültesine gireceksin, altı yıl boyunca tüm hayata kapanacak günde 20 saat ders çalışacaksın, uzmanlıktı, sınavdı derken daha 25 yaşındayken okumaktan kafanda saç gözünde fer kalmayacak, bir de üstüne Devlet diplomanı kullanabilmen için rezervler koyup seni iki yıl teçhizatsız, personelsiz kasaba sağlık ocaklarında çalıştıracak (‘özendirilmiş hizmet’ olması gereken ‘mecburi hizmet’), 30 yaşında ‘beyazlar içinde bir yarı tanrı’ olacaksın, ama günün birinde AKP’li muhteremler hastaneleri şirketleştirmeye karar verip iki müfettişi (Mutlu Güner ve Güngör Kaya) sana ölümüne eziyetle görevlendirecek. İnsan israfının uç örneğidir.
Altı çocuklu(yuh!) Sağlık Bakanı, intihara sebep olan müfettişler hakkında soruşturma açılmasını da engellemeye çalıştı.
Altı çocuklu(yuh!) Bakan’ın, ilaç yolsuzluğuyla Devleti 8 trilyon zarara uğratan dört Bakanlık bürokratını da himaye etmişliği, ama Erzurum’da kendisine “Vatan hainleriyle tokalaşmam” diyerek elini uzatmayan gence “Sensin vatan haini, anan da baban da ecdadın da kardeşin de vatan hainidir” demişliği vardır. O delikanlı da Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinden yargılanıyor. Bakan da bu vatana, kendisi gibi altı çocuk(yuh!) daha yetiştiriyor.
Altı çocuklu(yuh!) Sağlık Bakanı, Genelgeyle hastanelerde fotoğraf çekimini yasakladı. Neyi gizledikleri malum.
Dürüstlükleri aldıkları komisyonun miktarında anlaşana kadardır bu muhteremlerin. Hukukla ilişkileri kendilerine itaat etmeyenleri, eleştirenleri hapislerde, mahkemelerde süründürmekten ibaret, tıp doktorlukları bile 2 kişiden 6 kişi üretmeye(yuh!) cevaz verecek derecede bilimdışı / akıldışıdır.
Tükenmişlik Sendromu, “beklentileri yüksek olan”, “insanları önemseyen, değer veren, onların beklentilerini/gereksinimlerini karşılamaya çalışan”, “işini en iyi biçimde yapmaya çalışan”, “yüksek idealleri olan”, “yaptığı işe maddiyattan başka anlamlar da yükleyen” kişileri vuruyor.
Türkiye’de zihinsel, fiziksel, duygusal tükenmişliğin en yaygın olduğu grup doktorlar ve diğer sağlık çalışanları.
Sağlık sektörüne vurulan darbe tamamlanmak üzere. Bu yüzden, 14 Mart’ta Tıp Bayramını kutlaması gereken doktorlar hastanelerde iş bırakma eylemi yapıyor.
Beş altı çocuklu(yuh!), badem bıyıklı muhteremlerin sağlıkta yapacağı ince ayarlar;
-önce kayıtdışı çalışmayı arttıracak,
-zaten yetersiz olan kamudaki doktorların bir kısmının hastanelerden ayrılmasına neden olacak, doktorlar ve sağlık personeli işsizlik sorunlarıyla karşılaşacak, doktor iş, hasta doktor bulamayacak,
-sağlığa yatırım yapmayı cazip olmaktan çıkaracak,
-doktorları beyin göçüne zorlayacak, en iyi doktorlarımız çareyi yurtdışına gitmekte bulacaklar,
-sağlıkta tekelleşmenin önü açılacak,
-muayenehaneler kapattırılarak doktorların bağımsız çalışma hakları ellerinden alınacak,
-doktorlar kamuda sözleşmeli veya özelde iş güvencesiz, düşük ücretle çalışmaya zorlanacaklar,
-doktorlar bilimsel, nesnel, objektif liyakate göre değil, siyasi yandaşlık ilişkisi içerisinde çalıştırılacaklar,
-önceliğin eğitime değil, ticarete verildiği koşullarda çalıştırılıp köleleştirilecekler,
- (Hastaneler Birliği adı altında) hastanelerin kontrolu önce fiilen yerel yönetimlere devredilip, ardından AKP’nin il başkanlıklarına bağlanacak.
Sağlıkta yapılacak değişimin iki anahtar kelimesi; piyasalaştırma (şirketleştirme) ve köleleştirmedir...
Radyasyonla çalışan personelin çalışması günde 5 saatle sınırlandırılması gerekirken 9 saate çıkarıldı. Avrupa’da radyasyonla çalışan bir personel günde en fazla 25 – 30 çekim yapıyor. Türkiye’de bu rakam 70 – 100 civarında. Hem ülkede doktor sağlıkçı açığı olacak, hem olanları da radyasyona maruz bırakacaksın. Tavşancıl üremelere aklı yatan zihniyetin insana verdiği değer budur..
14 Mart 2008 Cuma günü, doktorlar "sağlığın piyasalaşmasına, hastanelerin özelleşmesine, hekimlerin köleleşmesine ve hekimlere yönelik şiddete HAYIR" sloganı ile "Beyaz Yürüyüş" yapacaklar.
Doktorlar bu eylemi; altı ay sonra yeşil sermayeye açtırılmış özel hastanelerde reçetemize deve sidiği, sığırkuyruğu yazılmasın, hastaneye gittiğimizde “Türbanını tak da gel hanım” denilmesin diye yapıyorlar. Gözündeki katarakt için gidenin MR’ı, ayağındaki mantarı göstermeye gidenin bütün vücut taraması çekilip şişirilmiş faturalarla Devlet soyulmasın/oyulmasın diye... AKP’nin, şirketleştirerek sağlık sistemini tamamen çökertmesine direndikleri için eylemdeler.
Altı çocuklu(yuh!) Sağlık Bakanı da, "Hastaneler eylem yeri midir?” diyor. Evet hastaneler eylem yeridir. Meclisin, Bakanlıkların önü de eylem yeridir. Meydanlar, caddeler, işyerleri her yer eylem yeridir. Madem ki Türkiye’ye cihad açmış, tamiri imkansız tahribatlar yapmış, siyaseten aciz bir güruh altı yıldır patlayan tüm skandallara rağmen fırın kapağı pişkinliğinde yerinde durmakta, İSTİFAyı aklına bile getirmemektedir, madem ki doktorlar ayaktadır, rektörler ayaktadır, hukukçular, kadınlar, üniversiteliler, işçiler, emekliler ayaktadır, o halde her yer eylem yeridir!
Ahlâken ve hukuken bu Hükümet derhal istifa etmelidir diyeceğim ama etmezler para tatlı, edemezler dokunulmazlıkları kalktığı an yargılanacaklar çünkü.
Hadi iki de kehanette bulunayım, bu iyiliğimi de unutmayın; yakında kürtajın yasaklanması gündeme gelecek. Bir de askere, gazeteciye, yazara, hukukçuya yapılan ‘itibar infazları’ndan sağlık çalışanları da payını alacak.
AKP Hükümetine beş altı sene önce ‘deneyimsiz’ deniliyordu ama, altı sene sonra hala deneyimsiz demek bu muhteremleri savunmaya girer. Altı senede imam modundan siyasetçi moduna da hayda hayda geçmiş olmaları lazımdı. Geçemediler.
Altı sene eğitimle insanlar beyin cerrahı çıkıyor amma, bizim İskenderpaşa Cemaati aracı/komisyoncu/taşeron modunda takıldı kaldı.
Tıp ilmi dinle harmanlanınca absurdleşen bir klinik girişi. (Beyrut)