Bugün ben doğumgünü çocuğuyum.Nüfus cüzdanıma bakarsanız ortayaşın ortalarındayım,Cahit Sıtkı'ya gore de yolun yarısındayım ama hissetigim yaşı düşününce yirmili yaşların başındaymışım gibi geliyor.Belki de yaşamayı çok sevdiğimden,ara ara bunalsamda her insan gibi,yine kaldığım yerden ama amatör bir ruhla ve heyecanla yaşıyorum hayatı...
Bugun birçok arkadaşım aradı,mesaj çekti,hepsi beni çok mutlu etti.En enteresan doğumgünü kutlamam Yunanistan'dan geldi yani Bay Hristo'dan...Bay Hristo ile 2000'de Yunanistan'a giderken tanışmıştım,şuan 80'ine merdiven dayadığına göre o zamanda 75 yaşlarındaydı.Uzun boylu,beyaz gür saçlı,mavi gözlü,Osmanlıca,Türkçe karışımı tatlı diliyle ve nezaketiyle tam bir Eski İstanbul Beyefendisi...(Bir ara onu anlatak istiyorum burada).
Sabah telefon çaldı ve gür sesiyle bir erkek 'iyi dogdun Mine' diye şarkı söylüyordu.Bu yaşında benim dogumgünümü hatırlaması ve kutlamasına hem hayret ettim hem de çok mutlu oldum.Bu arada beni 'Kavala Prensesi' ilan etmiş:)
Canım dostum Figen'in de blogunda benden bahsetmesi tüm eski anılarımı canlandırdı.
Şunu farkettim,boşuna geçmemiş yıllar,ne güzel dostluklar kurmuşum...
İyi ki varsınız....
Figen senden izin almadan buraya paste ettim yazını,teşekkürler!
Iyi ki Dogdun Arkadasim...
Ilk karsilastigimiz gunu hatirliyorum. Merkez Ortaokulu'nun bahcesinde yaninda birkac arkadas vardi, Ckale'ye yeni geldiklerini soylediler. Tanistirildik ... Ilk gozleri dikkatimi cekmisti. Yesil, cekik, badem gozleri vardi, sicak, cok yumusaktilar. Lise sona kadar ayri siniflardaydik, hep selamlastik, konustuk, sinavlari, dersleri, ogretmenleri cekistirdik ama asil dersaneye giderken ve ayni sinifa dusunce kaynastik. Birbirimize matematik, fizik sorulari sorar, yardimlasirdik. Soruya yaklasirken tavri hep ayniydi. Once mutlaka dinler, dusunur, kafasinda muhakeme eder ve "soylesine simdi..." diye anlatmaya baslardi.OYS Sinav sonuclari aciklaninca ayrildik, biliyorduk aslinda ayni sehirde okumayacagimizi. O Istanbul'u yazmadi ben de Ankara'yi. Ben sayilari seviyordum, analiz etmeyi, cozumlemeyi, o insanlara yardim etmeyi. Ayri yerlerde olmamiza ragmen hic ayrilmadik, uzaklasmadik, hep yazistik, ara ara telefonda bile konusamadik ama hep yazistik. Guzelim yazisiyla 13-15 sayfalik mektuplar yazar, uzun uzun anlatirdi. Hatta yazisinin duzgunlugunden "ben iyi bir doktor olamayacagim galiba" derdi.Universitede ilk senenin sonunda ailesi Ankara'ya tasininca cok uzulmustum. Bir de yaz tatilinde Ckale'yi erkenden birakip Ankara'ya donmeyi dusundugunu soylediginde uzulmustum. Ama donmesi icin o kadar guclu bir sebep vardi ki, anlayin artik...Gene de yaz tatillerinde geldiler Ckale'ye. Hepten kopmadilar hic. Hala bile gelirler Ckale'ye, evleri olmasa da artik...Ckale yazlarini yasardik 3 ay universite tatilerinde. Kordon, Lodos, Akol, Golf, Zargana, Guzelyali bizim ev disinda 2. adresimiz olmustu. Cok konusurduk ama en cok o konusurdu, hala cok konusur ya !! Cok gulunce kizarir, sonra surati bir an ciddilesir ve gene baska bir konu gelir, gene guleriz.Yillar icinde arkadasligimiz, dostluga, kardeslige ilerledi. Benim icin o aileden biri oldu, ben de onun icin. Staj icin Aselsan'a gittigimde 1 ay onlarda kalmistim. Onun tip ogrenciligini tecrube bile etmistim laboratuarlarinda. Simdi her yaz TR'ye gittigimde mutlaka beni gelir bulur. Datca'daysam, Istanbul'daysam, Canakkale'deysem mutlaka izin alir gelir, 3-5 gunu, 3-5 saati birlikte geciririz. Zaman elverdikce uzun uzun konusuruz. En cok beni dinlemesini severim. Dinler, kafasinda dusunur ve sonra kendi yorumlarini soyler, tipki lisedeki gibi bir problem cozme ustaligiyla yaklasir konuya. Birbirimiz icin en hassas konulari bile konusmaktan cekinmemisizdir. Kim once birseyi yapacak, o benden ne bekler gibi onyargili, hesapli, kitapli hic dusunmedik. Hic ama hic kirmadik da birbirimizi. Ama birbirimize faydali, dogru dost olmak icin hep kendi kisiligimizle, ozverili yaklastik.Ne zaman ihtiyacim olsa ararim. MSN IM'e girdigimde gozum icon'unu arar, gordugumde mutlaka bir naber der, mesgulsek sonra yazisiriz. Birbirimiz icin maddi manevi her zaman varoldugumuzu biliriz. Saglik konusunda bizde gelisen herseyden haberdar ederim onu. Sezgilerine ve doktorluguna guvenim kuvvetlidir.Gezmeyi cok sever. TR kepce, benim arkadasim kazan gezer. Antalya'ya tatile gider ama donusu Bursa ustunden olur. Derken Istanbul'a gecer ordan ve bogazda bir kahvalti yapip aksam otobusuyle eve doner nihayet. Her sehirde ne kadar cok arkadasi oldugunu soylememe gerek bile yok. 7'sinden 70'ine hatta 90'nina cok guzel dostlari vardir. Bir yere gitmesi icin uzun uzun aranjman yapmasina hic gerek yoktur kafasinda ama yolculuga bir baslayinca da didik didik her ayrintiyi dusunur. Kimle nerede, ne zaman bulusulacak, nerede kalinacak, hangi restauranta gidilecek.Ona NY'a gel dedigimde de hemen olur demisti. 3 hafta kaldi burada ve sadece 1 gun evde kaldi. Eylul ayinin yagmur azizligine ugrayip evde mahsur kaldigini soyleyince telefonda, "bari ben senin is yerinin oraya geleyim" dedi. Cunku ev fobisi var bilirim, illa disari cikilacak, ev basar onu kalamaz.Balik burcunun hassasligi ve duygusalligi yaninda, hayattaki olumsuzluklar ve mutsuzluklar karsisinda hep pozitif bir insan oldu. Hastane anilari bir alem. Bayramda hangi hasta acile, doktora ziyarete gider, ama ona gelirler. Iyi, ilgili, guleryuzlu bir doktor olduguna eminim hem de en iyisinden.Simdi yazdiklarimi bastan tekrar okudum. Hic mi kotu birsey gecmedi aramizda, hic mi olumsuz bir ozelligi yok diye tekrar dusundum. Yok valla, "sevgi insani" dedi bir arkadasim onun icin gecen sene. Taniyan herkes ona kaynar, o kadar sevecen ve vericidir. Ailemle, kardesimle konusurken nasil diye sorarlar, Burak ara ara check eder, bizim gezgin napiyor diye. Ve iste bugun, benim guzel arkadasimin dogum gunu.Sevgili
Muni'cim, IYI KI DOGDUN, IYI KI VARSIN< IYI KI BENIM ARKADASIMSIN.Seni cok ozledim. Hadi atla gel NY'a.PS: Yazidaki devrik cumleler icin ozur. Gece proje icin ofisteyim ve bu yaziyi mutlaka yazmak istedim.
posted by Figen Bilir at
9:31 PM on Feb 22 2006
Bir süredir kanla ilgili bir kursa devam ediyorum.Nerdeyse on yıl acilde çalıştıktan sonra altı aylık bu kurs ilaç gibi geldi.Nöbet olmadan yaşamaya ve mesaiye uygun çalışmaya alışıyorum.Yeniden derslere girmek, unutulanların hatırlanması,bilgilerin tazelenmesi bana da yaradı,yenilendim.
Dün bu kurs çerçevesinde pediatri servisine gittik.Otolog transfüzyon için kan alacaktik.Yeri gelmişken söyliyeyim otolog kan transfüzyonu,donörden farklı yöntemlerle alınan kanın tekrar aynı donöre geri verilmesidir.Henüz bir yaşını yeni doldurmuş,ağır immun yetmezlikli bir bebeğe beş yaşındaki ağabeyi Süleyman'dan,kemik iliği transfüzyonu yapılacakmış. Bizde KİT sonrası geri vermek üzere Süleyman'dan kan almaya gittik. Ortada sedye olan,bol dolapli,tibbi cihazlı girişim odasına alındık,hazırlığımızı yaptıktan sonra da intörn doktoru elinden tutup minik Süleyman'ı odaya getirdi.Ela gözlü,güneş yanığı tenli,kısacık saçlı minicik bir çocuktu gelen.Başlangıçta beş yaşında bir çocuk olduğu için zorluk çıkarır diye endişeliydik. Doktoru 'Sabah kan almıştım ya,hiç canın acımamıştı ya,yine kan alacağız hiç canın acımayacak' diyerek ikna etti. Küçük adamın gözleri kızardı,iki minik damla yanaklarını ıslattı ama ağlamadı, Tüm işlemler boyunca hiç sesini çıkarmadı. Ben, bırakın kan almayı kan görünce bayılan erişkinleri gördükten sonra Süleyman'a hayran kaldım.Kardeşinin hayatının ona bağlı olduğunun farkında mı acaba?Farkındaysa eğer,minik omuzlarında ne büyük bir yük taşımakta yavrum.
Umarım yapılan KİT sonrası kardeşi sağlığına kavuşur,Süleyman'da evine,oyun oynadığı bahçesine...
* **Kırmızı süveteri delik deşik olmasına rağmen hala üzerinde; ayakkabısı dayamalı. Sökük paltosunu, pantolonunu, yakalarını ters-yüz ettiğigömleklerini yıllardır kullanıyor. 10 yıldır hiçbir şey almamış üzerine. Karaca markasının ve TEMA Vakfı'nın kurucusu Hayrettin Karaca "param varama tüketmeye hakkım yok" diyerek 'al tüket ve yok et' diyen tüketimtoplumuna açtığı savaşla gurur duyuyor.** **KOMŞUYA VER...* * **Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek olduğunu ama gözü açolanları doyuracak hiçbir şeyin olmadığını söyleyen Karaca, Türkiye'de birzamanlar fakirleri aç bırakmayan kültürün nasıl yok olduğunu hüzünlenerek anlattı. Televole kültürünün karşısında birtakım değerlerin yok olduğunusöyleyen Karaca, çocukluk günlerinin "komşuyu aç bırakmayan" kültürününyeniden dirilmesiyle, açlıkla savaşılabileceğini söyledi. "Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar. İşte o gözü açlarıdoyurmayacağız. Bunların farkına küçükken vardım. Dilim kültürüm gidiyor.Bağımsız bir Türkiye değiliz artık. En büyük acımız geri getiremediğimiz okültürümüzdür." diyen Karaca şöyle konuştu:**"Ben bir kasaba çocuğuyum. Varlıklı bir ailenin çocuğuydum. Ama herkeseşit şartlarda oynardı sokakta. Bütün çocuklar gibi ben de yalınayakoynardım. Akşam olduğu zaman annem seslenirdi, avucuma bir kap sıcak yemek koyarlardı. Kulağıma eğilip, 'Komşu anneye götür' derdi. Etrafımızda biziduyacak kimse yoktu ama, bu bana verilen 'Aman kimse görmesin Hayrettin'mesajıydı. Komşu annenin yağını,odununu kim alır, kimse bilmezdi. Paylaşma düzeni vardı, o kültürdü. Savaştan çıkmış bir Türkiye'de 'fakirim' diyençoktu ama 'açım'diyen yoktu. Oradan aldım bu kültürü. Kaybolan budur,gidenbudur. AmaAnadolu'yu gezerken görüyorum ki, bu değerleri hala yaşatanlar var."* * * *UTANIYORUM...** **Tüketim toplumunun rezalet hale geldiğini Karaca:**"Akmerkez'in önünden geçmeye utanıyorum, nedir bu ışıklar, burezalet. 'Yılbaşı'demek, 'Al, tüket, yok et, yaşamı mahvet' demek. O yüzden bu yırtık kazağı gururla taşıyorum üzerimde. Global ekonomi insanları kullanıyor. Ama bakınbeni kullanamıyor, çünkü izin vermiyorum. Çok da mutluyum. Bunu elimdenhiç bir güç alamaz. İnanç herşeyi halleder"dedi. ** **"Açlıktan ölen her çocuğun katilleri vardır"**diyen Karaca, ihtiyacındançok tüketerek sınıf atlamaya çalışanları suçladı. Karaca, "Bugünkü tüketimiki katına çıktığı gün, belki dünyada yaşam olmayacak. En büyük tehlike gıdada. Bir Amerikalı çocuk doğduğunda 30 çocuğa eşdeğerde dünyanimetlerini alıp götürüyor" diyerek dünyanın düştüğü durumu gözler önüneseriyor.* * **TV SEYRETMİYOR...** **Cep telefonu kullanmadığını, 5 yıldır TV izlemediğini belirten Karaca şöyle devam etti:**"Okumakla mükellefim. Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu var.Malını mülkünü verirsin orada biter borcun. Mesela Yalova'daki botanikbahçemi vakıf yaptım ama borcum bitmedi topluma. Şimdi borcumu bilgi sahibi olarak ve bunu aktararak ödüyorum. Okumak ibadettir. Okumamakcumhuriyete ihanettir."** **Oğlunu, eşini ve annesini kaybeden Hayrettin Karaca, "acılar karşısındaisyan ederek hiçbir şey kazanamazsınız, elde olan bir şey değil çünkü bu. Ben acıyı da, mutluluğu da kabulleniyorum. Ama acılar hafızadan hiççıkmaz" dedi.** **185 MİLYON AFRİKALI HERGÜN AÇLIKTAN ÖLME RİSKİ İLE YAŞIYOR...** **Dünyanın durumunu değerlendiren Karaca şu yorumlarda bulunuyor: * *"Birleşmiş Milletler 2004 Kalkınma Raporu'na göre, Afrika'da 323 milyoninsan günde 1 dolardan az bir gelirle geçimini sağlıyor. Temiz sukaynağından mahrum 273 milyon kişi bulunmakta. İlkokul çağında okula gidemeyen 44 milyon çocuk var. Yetersiz beslenmeden kaynaklanan ölüm riskialtında yaşayan Afrikalıların sayısı 185 milyon. Her yıl beş yaşınınaltında ortalama beş milyon çocuk ölüyor. Zengin ülkeler yıllıkgelirlerinden yüzde 0,7'sini kurtarma amaçlı projelere yönlendirseler busorunların hepsi ortadan kalkabilir."** **"BİR" ÇOK GÜÇLÜDÜR.....** **"Benim de vardı 40 tane kravatım. O zaman 30 yaşındaydım. Ben de tükettim, ama bilerek yapmadım bunu." **diyen Karaca, "Artık farkınavardım bunun. Ne zamandır alışveriş yapmadığımı hatırlamıyorum, kendimesadece kitap alıyorum. Nedir benim ihtiyacım? Doymam, sağlığım, barınmam, kuşanmam; bunun dışında hiçbir şey tüketmeye hakkım yok. Gömleklerim var,yakasıçevrilmiştir, ayakkabılarıma bakarsanız, altı yamalıdır. Dokuz senedir bupantolonu giyerim, paltom yırtıktır. Param var ama tüketmeye hakkım yok! Bunu herkes yapabilir. "BİR" çok güçlüdür. Atatürk bir kişiydi. Herşey"bir" ile başlar. Bir yoksa iki olmaz. Ben de yakınlarıma örnek olmayaçalışıyorum" diyor.** **BİR ALYANS İÇİN 3 TON ZEHİRLİ ATIK...* * **TEMA Vakfı Yayınları'ndan çıkan "Dünyanın Durumu 2004" raporlarınıyorumlayan Karaca şu tespitlerini aktarıyor:** * - *Dünyada makyaj malzemesi için yapılan harcama 18 milyar dolar.Dünyadaki tüm kadınların üreme sağlığı için gerekli para 12 milyardolar. * - *Avrupa ve ABD'de evde beslenen hayvanların mamasına harcanan para 17milyar dolar. Dünyada açlığın ve yetersiz beslenmenin sona erdirilmesi için gerekli para 19 milyar dolar.* - *Parfüme harcanan para 15 milyar dolar. Evrensel okur-yazarlığınsağlanması için gereken yıllık ek yatırım 5 milyar dolar.* - *Deniz seyahatlerine harcanan para 14 milyar dolar. Dünyada herkese temiz içme suyu sağlanması için gerekli para 10 milyar dolar.* - *Avrupa'da dondurmaya harcanan para 11 milyar dolar. Her çocuğunaşılanması için gerekli miktar 1,3 milyar dolar. * - *Satışa hazır 1 ton altın elde etmek için 300 bin ton atık üretilir. Başka bir deyişle altın bir alyans için ortaya çıkan atık miktarı 3tondur. Bu atıkların çoğu siyanür ve kimyasal maddeler içerir.*
5 Şubat'ta Can Dundar'ın bir yazısını eklemiştim, Mitch Albom'un 'Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları'adlı(Tuesdays with Morrie)kitaptan bahsetmişti. 6 Şubat'ta Akköprü Migros'a gittiğimde, eski adıyla Çarşı yeni adıyla Boyner mağazasında gözüme bir anda bu kitap ilişti,Boyner Yayınları'ndan çıkmış,böylelikle Boyner yayınlarından haberdar oldum.Ve dün bitirdim kitabımı,beğenerek okudum,çevirmeninde bunda katkısı büyük. Önemli gördüğüm yerlerin altını çizerek birkez daha okumak istiyorum:)Kapağın iç sayfalarından birinde Mori'nin dansederken çekilmiş fotografi var,beyaz saçlı,güleç yüzlü bir adam.ALS hastası yaşlı bir sosyoloji profesörü olan Mori ile eski öğrencisi Mitch arasındaki içtenlik ve bilgelik dolu konuşmaları kitaplaştırılmış.İçinde hayata dair birçok şey irdelenmiş;yaşam,aile,evlilik,toplum,merhamet,ölüm,korku,açgözlülük,yaşlanma ve anlamlı bir yaşam felsefesi.Kitabın biryerinde'Tek akılcı yol sevgidir'diyor.
Bence de...
Bir dönem dünyayı sallamış bir efsane grup için ne hazin final!.. Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi. Artık birbirlerini görmüyorlardı bile... "En küçükleri"nin ölüm döşeğinde buluştular son kez... Kim bilir nelerden konuştular. Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice... Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti.
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı. Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü... 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: "Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş. Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar. Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı. (Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları", Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu: "Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor: '- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu?'"
* * *
"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın" diyor Mori... "- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor: "- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim".
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var. Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak: "Bugün mü küçük kuş, bugün mü?.."
Can Dündar
04.12.2001
Felluce'yim ben...
Yıkık, harap, mağrur ve asi...
Medeniyet denilen arsız yalanın tekzibi...
İşgale uğradım, yağmalandım, kana bulandım.
Evlatlarım ceset ceset yatar caddelerimde...
...dünyanın gözleri önünde...
Sofrasında yer aradığınız bir ziyafetin zor lokmasıyım.
Barbarların istilası karşısında Şark'ın nefs - i müdafaasıyım.
* * *
Bayramdı.
Çatışma vardı.
Cuma sabahı camide vuruldum.
Yerde can çekişirken bulundum.
Yaradan'ın evinde, Yok - eden vardı o gün...
Aradıklarını söyledikleri kitle - sel imha silahlarıyla geldiler.
Kafama nişan alıp, beynimi deldiler.
Dağıldı kafam, parçalandı yüzüm.
Kızıla kesti dayandığım duvar;
Kendi kanıma gömüldüm.
* * *
Tanırsınız beni...
Vietnam'da beynine kurşun sıkılan da bendim;
Filistin'de taşlarla kolu bacağı kırılan da...
İzmir'de ilk kurşunu atan da...
Hepsinde suçum aynıydı:
İşgalciye karşı ülkemi savunuyordum.
Ve kanlar içinde yattığım yerden dünyaya, unuttuğu bir yemini, "isyan"ı
hatırlatıyordum.
* * *
Fakat ne mümkün!
Katilim, benden çok önce dağıtmış dünyanın beynini...
Kara bir perde inmiş Ademoğullarının gözüne...
Görmüyor, duymuyor, ses vermiyor.
Susuyor riyakarca...
Aslan tarafından parçalanan avın artığına göz dikmiş sırtlanların iştahıyla...
...susuyor, katliama ortak olma pahasına...
* * *
Şimdi yalanlar söyleyecekler sana...
"Özgürlük götürdük, onun için öldürdük" diyecekler.
Bir tek yüzüm var, bunun karşısına koyabilecek.
Bu darmadağın, bu delik deşik, bu kanlı yüz, feneri olsun kör gözlerinizin...
Felluce adını, zulmün defterine yazın.
Ve asla unutmayın.
Dönerim bir gün; mazlumun ahı gibi çıkar gelirim.
İsyanlarla, sandıklarla... olmazsa, belime sarılmış bombalar, cephane yüklü
kamyonlarla...
"Terörist" diye işitirsiniz manşetlerde adımı yine; büyüğüne tapar, küçüğünü lanetlersiniz.
Suçlunun savcı, mazlumun sanık olduğu bu sefil mahkemede, adım adım faşizme gidersiniz.
Ödersiniz bedelini sükutunuzun...
Bir gün pişman olursunuz.
İşte o gün hatırlayın beni:
Ben, Felluce'yim.
21. asrın kabristanı, insanlığın son kalesiyim.
Can Dündar
Can Dündar en sevdigim yazarlardan biri.Yazılarının yanısıra yaptığı belgesellerde çok güzel.Sonunda dayanamayip 23 Ocak'ta siesini açtıda bizde bütün yazılarına kısacası Can Dündar tarihine kavuşmuş olduk.
Adresi
www.candundar.com.tr14 Şubat'a az kaldığı şu günlerde,Can Dündar'in bir yazısını hatırlayalım:)
EĞER
O?nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O?nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O?nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O?ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O?nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O?nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O?nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O?ysa... her filmin kahramanı O... her roman O?ndan söz ediyor, her çiçek O?nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O?nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O?na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O?nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O?nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde yarın sizin gününüz!.. "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Sevdiğim forward maillerden biri de bu:)
80'LI YILLARDA YASAMAK DEMEK
1980li yillarda hayatinin ilk tecrübelerini yasamis, ilkokula gitmis, kenan evren'i, erdal inönü'yü, özali tanimis olmak, ajda pekkan'in alo, michael jackson'in pepsi reklamlarini hatirlayacak kadar sansli olmak demek Big in Japan , the final countdown , eye of the tiger demek.
icraatin içinden demek, semra koy bir kaset de nesemizi bulalim demek. köprü demek, ödediginiz her kurus verginin yol, su, elektrik olarak size geri dönmesi demek
voltran voltran voltran demek , depozito toplamak adina kola sisesi biriktirmek demek , adile nasit ten masal dinlemek demek. debbie gibson, tiffany, jason danovan, sandra, modern talking ..vb... dinliyor olmak... comanchero'nun ve life is lifein sözlerini ezberlemeye çalismak demek... michael jackson, madonna, samantha fox demek
korhan abay, cenk koray, metin milli, ersen ve dadaslar demek. clementine, he man, she ra, transformers demek.
okula siyah önlükle gitmek demek. kayahan, nilüfer, sezen aksu, baris manço ile büyümek demek ihtilal cocugu demek köle izaura demek, ziyaretçiler demek!!!! acidçi misin metalci mi demek...
moruk demek, herild yani demek, hey corc versene borc demek, olmaz maykil bende de yok cevabini isitmek demek,
geriye donup baktikca ic gecirmek demek...
yüzyil içindeki en iyi, en kiyak kusak. hem eski hem yeni olmak demek. biraz gözü açik bir 80 li yüz yillik nesil kültürünü bir porsiyonda almis demektir.
edi mörfiiiiiii huuuuuuuuuuuuuu sörli makleeyynn yeeeeeee diye bagirip en az bir technotronic kasedine sahip olmak demek.
mahalle ce$melerinden su icmek, bayramlari iple cekmek, cumhurba$kani denince kenan evreni hatirlamak demek
koltukaltinda topla okul bahçesine yalniz giderken "nasilsa oyniycak birileri vardir" diyebilmek demek
eti kemik geciyor demek; evden çikmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocuklugunu yasayabilmis, son dönemin bir üyesi olmak, ne sorusuna zonk cevabi vermekten zevk duymak, , büyüteç ile kagit yakmak ve siyah kagitlarin beyaza oranla daha kolay yandigini kesfetmek,
9 voltluk pile dilinle dokunup o eksi ani yasamak, televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen susturmak, 23 nisan çocuk senliginde gelen yabanci çocuklara 5 dakikada asik olmak demek
son dersin son 5 dakikasinda parkeleri giyip zilin çalmasini beklemek, hurraa kapiya dolusmak, disariya pestil olarak çikmak demek, sinek ilaci arabalarinin arkasinda biraktigi bulutta deli gibi dolasmak demek.
kutu kolayi actiktan sonra kapagini cekip cikarip atmak demek, tipe bak demek, fon muzigi laura brannigandan self control olan gunler. bakkala gitmenin, sokakta oynamanin, harclik toplamanin gecerli sayildigi, havuc'un olmadigi yillar demek... her seye ragmen temiz ve el degmememis bir hayat demek... sonrasinda biz buyuduk ve kirlendi dunya demek.
pazar aksamlari mecburen yikanmak ve erken yatmak demek, sesi açip kismak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki dügmelere basmak zorunda olmak demek
sehirlerarasi yolculuklara cikarken otobusun 302s olmasi icin dua etmek. bilet alirken arka kapinin onu ve tekerlek ustu olmasin demek.
resimli futbolcu kartlari demek, süper babaanne demek, fantayla kolayi karistirmak demek, mahalle kavrami demek.
cavusevsku ve karisinin kursuna dizilisini tvden seyretmek demek, o goruntulerin yillar sonra bile kafadan hala cikmami$ olmasi demek.
anket ve hatira defterlerinin olmasi bunlara seviyorum ama kimi diye baslayan maniler yazmak,
önünde tek arkasinda 2 çizgi olan külotlu çoraplarin havada sallanarak giydirilmesi, içinde biri sabunlu iki islak bez olan mustili beslenme çantasi, dantel yaka, yenen kokulu silgi, leblebi tozu çekerken atlatilan ölüm tehlikeleri, hulahop, ayak bilegine takilarak çevrilen top, sek sek oynamak, bayramda mahalleye dagilip seker toplamak, müsaitseniz annemler size gelecek demek.
trt'nin yayin akisinin bitmesiyle çalan istiklal marsi için ayaga kalkip, marsi hazirolda bangir bangir söylemek ve marsin bitiminden sonra çikan tiz "biiiiiiiiiiiiip"sesine ragmen televizyonu kapatmamak demek.
Zerrin Özer demek. Nasil da geçmisti bütün bir yaz demek. Bu sarkiya kafanda klip çekmek demek.
annelerin çernobil yüzünden çay içirmemesi, gofret yedirmemesi demek.. challengerin oldugu günkü haberleri hatirlamak demek.. pkk saldirilarinda her gün mutlaka birilerinin öldügünü duymak ama anlamamak demek..
veronica castroyu güzel zannetmek demek.. kenan evreni atatürk zannetmek demek..
Yazlik diskolarda içeri alinmamak demek. bunun için aglamak ve içeride - her nedense- You are in the army now- sarkisinda sarmas dolas danseden abi ve ablalara bakip özenmek demek
gorbaçov'un kafasindaki kirmiziligin ne oldugunu merak etmek, anneye "zeki müren'e teyze mi diyim amca mi diyim" diye sormak, kenan evren'in cumhurbaskanligi görevinden ayrilirken çankaya köskü basamaklarindan yavas yavas inip sekreteriyle vedalasmasini hatirlamak, "hayat bilgisi" kitabinda kenan evren'in resmi olmasi, her yere modern cami insa etme furyasina anlam verememek, batman ve sirnak'in henüz il olmadigi günleri hatirlamak,
özalin çenesinin enteresan yapisina anlam veremeyip, "acaba benim çenem de ilerde böyle olur mu" kaygisiyla aynaya bakmak demek...
breyk breyk arkadas ariyorm demek eve lazim olur diye fazlaca pul almak demek ho ho ho hoover demek zeki müren in size alo diyoruuuum demesi demek
ilkokulda halley, petrol ve komancero sarkilarini uydurma sozlerle soyleyerek danseden tolga han ozentisi sefil dans gruplari kurmak okul sonrasinda ise her gun kosturarak eve gidip; bu topragin sesi programinda kimil zararlisi ile mucadele yontemleri, orman koylusunun sorunlari ve yuksek randimanli durum bugdayiturleri ile ilgili verilen faydali bilgilerin ardindan kamber aga ile uyanik skeclerini buyuk bir ilgi ile izlemek demek kucuk yasta bilinçli bir ciftci kadar ziraat bilgisine sahip olmak demek
sinemalarda the lord of the rings, harry potter vs. izlemek yerine jules verne romanlari okumakla gecirilen bir cocukluk demek
aldim çantami kolumaaa, çiktim dallas yoluna, ben babi'yi beklerken ceyar girdi koluma sarkisini dansiyla birlikte bilmek demek.
kimler geliyo kimler? sana ne, sana ne? ama bunu söylemenize gerek yokki, ben yapinca alisverisi, zaten aliyorum satis fisi replikleri barindiran ali-aysegül atik reklami ve
bakkal amca, bir pergel, bir kalem, bir de çikolata alacagim. erooooolll, eroooolll (mahallede çocuklardan biri) buraya gelin dedim size buraya ! fisini de al oglum'daki meshur erol, hadi hep birlikte, hep birlikte, biz biz olalim yemeklerden önceeee, lavaboya kosalim,
hafta da bir kere tirnaklari keselim, firçalayip onlari tertemiz olalim diye sarkilar ezberleyen bir nesil olmak
icraatin içinden izleyip özal'in kalemine bakip hipnotize olmaya çalismak
videocudan american ninja, kartal, kan sporu ve evil dead gibi filmleri kiralamak demek
analogtan dijitale geçis devrini yasamis birey oldugunu anlamak ve ikisinden de farkli zevkler aldiginin farkina varmak demek
çok güzel bir ülkenin son yillarini hayal meyal hatirlamak, sonra da çivisinin çikisini görerek büyümek demek
Hava durumlarinin eksi degil de "sifirin altinda bilmem kaç" denildigini bilmek demek
Muhtemelen hayatimiz boyunca yasadigimiz en güzel 10 yil demek...
trt 1'de olu$an sorunlar sonucu yayina bir süre ara verildi? inde ekrana getirilen donuk agaç, dag bayir resmine 10 dakika hareketsiz bakabilmek demek,
Türkiyede yasamis son mutlu kusak oldugunu hüzünle hissetmek demek.
Güçlü olmakla gurur duyan zavallı kadınlara ithaf olunur...
Guclu oldugumuz icin her isimizi kendimiz halletmeye alismistik. Ailelerimiz oyle yetistirmisti bizi.
Sonra universite.. Hemen arkasindan is hayati.. Evdeki ampul, kirik mentese, gece yarisi tutan bobrek tasi agrisi viz gelir tiris giderdi bize.
Bir erkege gereksinim duymadan hayatimizi pekala da surduren cinstendik hepimiz.
Faturalarimizi kendimiz yatiriyor, donduruyorduk iste bir sekilde carkimizi.
Ayrica kendi agirligimiz yetmezmis gibi cevremizde kim varsa onlari da sirtlaniyorduk..
"Ozgur"duk. "Dimdik"tik. Asla boyun egmiyorduk..
"Guclu"yduk.
Asik oldugumuzda hissederek yasiyorduk..
Oyle kurallar, buyuk beklentiler filan yoktu. Kimseye problem cikarmiyorduk. Butun gun, essek gibi calisiyor, sevgilimizin cani istedi diye de, isten ciktiktan sonra, gidip alelacele hazirlanip, bizi evden almasina gerek bile birakmadan, neredeyse ona gidiyorduk.
Bir sey istemeyecek, sizlanmayacak, soylenmeyecek kadar "guclu" oldugumuzdan sorunlarimizi kendimiz cozmeye alisiktik.. .
Onun yani sevgilimizin haberi bile olmuyordu cogu zaman sorunlarimizdan .. Para var - yok, regl agrisi, sistit ilaci, cuzdanim calindi gibi geceleri bizi uykusuz birakan kivranmalarimizdan da.
Birinin bize acimasi en son istedigimiz "sey"di cunku.
Sonra bir bakiyorduk ki, hakikaten kimse bize "hiiiic!" acimiyordu.
"Aglamayan cocuk ve meme" hesabi.
Zamanla bu durum gorevimiz haline donusuyordu.
Artik dayanamayip da, icimizdekileri birazcik dile getirecek olsak,"aman tanrim!":sorunlu, kaprisli, feminist, tahammul edilemez, bunalimli filan oluyorduk.
Caresiz sesimizi kesip yola devam ediyorduk, "bu nedenlerle" terkedildigimizde.
Sonra bir duyuyorduk ki o, salagin salagini.. bulmus. Neyi var neyi yoksa sermis yeni ve sorunsuz(!) sevgilisinin onune.
Bir de bizden farkli durumda olan kadinlar vardi.
Hani su "zayif" olan kadinlar.
Erkeklere bagimli olanlar.
Bir erkek olmadan var olamayanlar.
Calisamayan.
Faturalarla; "anlamadigi(!), "nereden yatirilirmis, bilmedigi(!)"icin kesinlikle ugrasmayan.
Torba tasiyamayacak kadar nazenin oldugu icin alisverise bile yalniz gidemeyen.
Hep yorgun, basi agriyan.
Kendini, altin tepsiler icinde sunan. Lutfeden ve lutfettigi icin de kredi karti limitini sonuna kadar dayayan. Ama hep huysuzluk eden.
Hicbir seyi begenmeyen.
Asla mutlu olmayan.
Doymayan. Tesekkur etmeyen..
Minnet, vicdan azabi duymayan.
Kiskanclik krizleri gecirerek kocasinin, sevgilisinin hayatini karartan.
Bosanirken adamin coraplarina kadar soyup alan. Dogurdugu cocuga bakmaktan aciz oldugundan, illa ki bakicilar tutturan.
Butun gun o cafe sizin, bu butik bizim, kuafor'du, kildi,tuydu, spor center'di, gezip duran.
Aksam da eve gelir gelmez "yemek yok canim,bu gece nereye yemege gidiyoruz?"diye soran.
Annesinin bir tanesi, pamuklar icinde yasamaya devam eden. vs.vs
Bu nedenle cokmeyen, burusmayan,yipranmayan.. Isin ilginci daha degerli olan...