Author: Mine
•20.1.08
TÜRK toplumunu ikiye ayıran "türban" sorunu kırk yaşını doldurdu. O tarihte adına "türban" demiyorlardı, 1968 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi'nde okuyan Hatice Babacan adındaki kız öğrenci derslere başörtülü girince, ileride "türban" adını alacak bombanın fitilini ateşledi.
Eğer yanılmıyorsak, bu kız öğrenci, bugünkü Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın halasıydı, yanlışsa düzeltelim...İslam Tarihi öğretim üyesi Prof. Dr. Neşet Çağatay, genç kıza; "Ben, 19 yıldır, bu sıralarda karşımda kapalı bir kız görmedim, bundan sonra da görmek istemiyorum, ya başını açarsın ya sınıftan çıkarsın, demişti."
* * *
GENÇ kız, başını açmayı kabul etmedi, sınıftan çıktı. Öğrencinin bu hareketini, idare hakaret kabul etti ve fakülteden atıldı. Diğer öğrenciler, Hatice Babacan'ın cezalandırılmasını protesto için boykota başlayınca fakülte tatil edildi, bakan istifa etti. Öğretim üyelerinin çoğunluğu sorunun temelinde tarikatların ve başka amaçların olduğunu belirtiyorlardı. Bunların başında da ileride suikasta kurban gidecek Prof. Dr. Bahriye Üçok vardı.
* * *
İŞTE 40 yıl önce adı henüz konmamış olan "başörtüsü"nün başlangıcı buydu. Başörtüsü giderek "türban"a dönüşecek, Meclis'ten Anayasa Mahkemesi'ne, Anayasa Mahkemesi'nden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gidecekti; sırada yeni anayasa var...
Laik cumhuriyetten yana olanlar "türban"ın amacının ülkeyi din esaslarına, şeriata göre yönetmek isteyenlerin siyasi simgesi olduğunu söylüyor. Dini, siyasete alet etmek isteyenler ise bunu reddedip "inanç sorunu" olduğunu söylüyorlardı, yani genç kızların okul kapılarına kendilerini zincirlemesi, büyük depremden sonra "7,4 yetmedi mi?" diye pankart açmaları hep inançları gereğiydi. Ama iki gün önce Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, türban için "Velev ki siyasi simge olsun, ne çıkar!" demesi takkeyi düşürdü, demek "Siz bunu siyasi simge olarak kullanıyorsunuz!" diyenler doğru söylüyorlardı.
Biz başından beri "Şu türbanı, siyasi İslamın simgesi yapmasaydınız, toplum bunu çoktan kabul etmişti" dedik durduk, dinleyen olmadı.
* * *
TÜRBAN biliyorsunuz, bir başörtüsü bağlama şeklidir, Türk toplumunda kadınların başlarını bağlama geleneği vardır, ama tek tip, tek biçim bağlamazlar, hele türbanın altındaki takke hiç yoktur; bir yemeni, bir tülbent olabilir, o da bunların bağladığı gibi değil...
* * *
BU, "türban"ın Türkiye'deki tarihçesi, ya asıl çıkışı menşei...
Bunu kim bilir?
Bilse bilse Murat Bardakçı bilir.
Sorduk, ne de olsa babasının arkadaşıyız, anlattı...
"Bugün türban dediğimiz, omuzlara kadar inen başörtüsü ilk defa 1970'lerin başında Lübnan'da ortaya çıktı. Modanın yaratıcısı bir din adamıydı, Lübnanlı Şiilerin lideri Hacetülislam Musa Sadr. Hayır, bu din adamı, bir moda tasarımcısı, yaratıcısı değildi.
Şiiler Lübnan'ın güneyinde yaşıyorlardı, ama o bölgeye sivil Filistinlilerle Kral Hüseyin'in Ürdün'den kovduğu Filistin gerillaları da geldi. Şiiler ile Filistinliler arasında çeşitli sorunlar çıktı. Şii kadınların, Filistinliler tarafından taciz edildikleri de oluyordu. Hacetülislam Musa Sadr, Şii kadınların güvenliği için, bu biçimde örtünmelerini söyledi. Yani şimdi bizim türban dediğimiz başörtüsü bağlama biçimi, inanç değil, güvenliğin gereği olarak ortaya çıktı ve hızla yayıldı. Hacetülislam Musa Sadr, 1975'te yaptığı açıklamada bu başörtüsü modelini bizzat hazırladığını söyleyecek ve ilhamını Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan'daki Katolik rahibelerin kullandıkları başörtülerinden aldım diyecektir.
"* * *
MURAT Bardakçı'nın anlattıklarının özeti bunlar.
Bir de "Bu konuda anlamadığım bir şey var!" diyor:
"Örtünme konusunda asırlar boyunca kendi modasını kendi yaratmış, yaşmak, ferace, kadın fesi, felek tabancası, hotoz, maşlak, tandırbaş, yemeni, kundak yemeni, salma yemeni gibi çeşit çeşit modellerle zarif bir çizgi yakalamış olan Türk kadınının Lübnan'dan örtünme modeline ihtiyaç duymasının sebebini bir türlü anlayamıyorum."
* * *
SİYASET budur Bardakçı, bugün "türban" oy getiriyor, yarın "hotoz" oy getirecek olsa döneriz.Yarın "efendi hazretleri"nin biri çıkıp "hotoz"a fetva verse, görürsünüz "türban" nasıl da gözden düşüp "moda dışı" oluvermiş...

h.pulur@milliyet.com.tr
This entry was posted on 20.1.08 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

4 yorum:

On 20 Ocak 2008 20:23 , reality dedi ki...

Merhaba Mine,
Ben de İzmir'de yaşayan çok eski
bir dostun fax yazısını vermeyi
düşünüyordum.Yazılarımız örtüşmüş..
O yazının altında ki yorumuna da
cevap yazdım.
Sevgiler.

 
On 20 Ocak 2008 21:27 , Mine dedi ki...

Merhaba Sunny,
Gündemi takip ettiğimizden, benzer yazıları yayınlamamız çok doğal. Hasan Pulur'un bugünkü Milliyet'teki bu yazısı da genel bir özet gibi. Bende sayfama ekleyiverdim.

 
On 22 Ocak 2008 08:10 , yaban dedi ki...

Merhaba Mine,

Çok güzel, bilgilendirici bir yazı olmuş, teşekkürler..
sevgiler..

 
On 22 Ocak 2008 11:11 , Mine dedi ki...

Sevgili Yaban,
Pazar günkü köşesinde , Hasan Pulur yazmış bu yazıyı. Ben de sayfama taşıdım. Beğendiğine sevindim. Sevgiler