Author: Mine
•30.12.08

Grup Gündoğarken bir şarkısında ‘Bir yaz daha bitiyor’ der. Bu şarkı ‘bir yıl daha bitiyor’ haline dönüşmüş şekilde dilime dolandı son günlerde…

2008’in nasıl geçtiğini anlamadım. Geçen yılbaşında İstanbul’daydım. Sanki dün gibi…
Geçen yıl yaptığım birçok şeye sayfamda yer verdim zaten. Bazısını yazmasam da (sırf tembellikten) bolca kitap okudum, film izledim, tiyatroya gittim.

Bu yılın en güzel olayı, yıllar sonra lise arkadaşlarımla buluşmam oldu ki mutluluğu tarif edilemez.Kırktan fazla kişi, çoğu evli ve çocuklu hanımlar ve beyler ortaöğrenimi gördüğümüz güzelim sahil şehrimizde bir aradaydık masum, afacan çocuk yanımızla… Ve harika bir gün yaşadık. Tadı damağımızda kaldı ki hala ara ara küçük gruplar olarak bir araya geliyoruz. Var mı eski dostlar gibisi...

Yazın Batı Anadolu sahilini gezdim, dağ , tepe, uçurum demeden (İtiraf ediyorum Assos’ta dizlerimin bağı çözüldü, halbuki Kaz Dağları’nda hiç korkmamıştım) araba kullandım. Benim için iyi bir tecrübeydi. Bana destek olup tahammül edenlere buradan teşekkürler…

Bu yılın başında pilatese başlamıştım. Maalesef sürdüremedim.Gittiğim spor merkezini evime çok yakın diye seçmiştim ama beklentilerimi karşılamadı. Ben de geçen hafta evime biraz uzak ama yeni açılan bir merkeze kayıt oldum. Belki yüzerim belki salon sporlarından birini yapabilirim. Yanımda beni spor yapmaya teşvik eden bir arkadaş grubumda olunca bu kez kaçış olmayacak…

Kızsal konulara gelince kozmetik için Strawberrynet’i ve diğer bir çok ihtiyaç için Tchibo’yu keşfettim ki benim için ikisi de kurtarıcı oldular (Yıldız’a teşekkürler) Tchibo’dan aldığım bigudiler sayesinde kuaför masrafım azaldı. Yine daha önce hiç kullanmazken artık Diorliner sayesinde eyeliner kullanır oldum.

Geçen kış biraz sıkıntılı geçmişti. Bridget Jones havasında elimde dondurma kasesi sürekli film izleyen bir tiptim. (Beni üzenler üzülsün) Kış demeden yediğim Carte d’Or’lar bana kilo olarak döndü Baktım olacak gibi değil, sabah yediğim çıtır simitleri kestim, evde tost yaptım, öğle yemeklerinde ekmek yememeye başladım, akşam yemeklerini erkene alıp dondurma ve abur cubur yemeyi kestim. Bu sayese aldığım kilolardan kurtuldum. Hanımlar bilir eski kıyafetlerine sığmak büyük bir mutluluktur. Başlangıçta katı rejimlerden ziyade yeme alışkanlıklarını değiştirmek gerekiyor sanırım. Bu arada hala çikolatadan ve Nutella’dan vazgeçemedim. O kadar da olsun değil mi?

Son günlerde çeşit çeşit iplerden kaşkol örüp yakınlarıma hediye ettim. Bu işten çok keyif aldım. Boşuna dememişler el emeği göz nuru diye…

Yarın 2008’e veda ediyoruz.
2009’da tüm dünya için her şeyin en güzelini diliyorum.


Fotograf: İnternetten

Author: Mine
•19.12.08

İki gün önceki düelloyu izlediniz mi bilmiyorum.Ben televizyonu açtığımda, Gökçek konuşmasını bitirmiş sıra Kılıçdaroğlu’na gelmişti. Bir çoğunuz Kılıçdaroğlu’nun konuşacağını sanırken, Gökçek’i dinlemeye devam ettik. Ben bir Ankaralı olarak bu duruma hiç ama hiç şaşırmadım. Gökçek tam da beklediğim gibi davrandı.Biz Ankaralılar onun bu davranışına alışkınız. Pişkin gülümseyen maske takmış gibi görünen yüzünü veya adını duymadığımız bir gün geçmez. Ankara demek Ankara Büyükşehir Belediyesi demek, o da Gökçek, hatta o da yol, kavşak, köprü demek. (Bakınız belediyenin internet sitesine)

İnternet sitesini ziyaret etmeyenler için, köprüler, reklam panosu gibi kullanılmaktadır Ankara’da. Kızılay Metrosu’ndaki her adım başı takılı plazma tv’lerde de izleyebilirsiniz kendisini. Sanki Ankara için bir lütuftur.

Eskiden kaldırımlar sürekli yenilenirdi.Şimdi neredeyse adım başı kavşak yapılmakta. Ben bir yaya ve de sürücü olarak memnun değilim şehrimin bozuk bir otoyola çevrilmesinden. Bir çok kişi ise merkeze hiç ışığa takılmadan gittikleri için memnundurlar. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan yayaları hiç önemsemezler. Her gün olan ölümlü trafik kazalarını da…

Ankara’yı bilipte Ulus ve Kızılay’ı bilmeyen yoktur sanırım.Bir ara buralardaki trafik ışıklarını kaldırmış, araçlara sonsuz geçiş hakkı tanımıştır kendisi. Düşünün otobüs durağında olan (Ulus için) ama alt ve üst geçit olmayan bir yerde yayalar nasıl karşıya geçer?Kızılay içinse çözüm metro girişlerini kullanın demek olmuştur. Bu Zihni Sinir fikri bir süre uygulandıktan sonra vazgeçildi.(meraklısına ekşi sözlükteki yorumlar burada)

2007 yazında Ankara’daki su sıkıntısını yaşayanlar bilir.15 yıllık belediye başkanı olmasına rağmen uyarılara kulak asmamış ve önlem almamıştır. Ankaralıya suyu az kullanın, duş alırken altınıza kova koyun, o suyuda tuvalette kullanın, olmadı tatile gidin diyen yine kendisidir.

Kızılırmak suyu geldi de rahatladık diyeceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Artık çeşme suyunu mutfakta kullanamıyoruz. Eskiden çeşme suyunu içerdik. Su faturalarının zaten kabarık geldiği şu dönemde, artık damacana su da masrafa eklendi. Bir ailenin bir ayda alacağı damacanayı hesaplayın, üzerine de su faturasını koyun. Son 1-1,5 yılda suya ödediğimiz paranın kaç kat arttığını görürsünüz.

Kış aylarında Ankara’ya geleniniz oldu mu bilmiyorum. İsli, puslu, gridir.Şu an olduğu gibi. (Şimdi pencereyi açtım, kömür kokusunu alınca kapadım)Doğalgaz kullanan bir şehirde bunun nedenini anlamak için basını biraz takip etmek yeterli.

En borçlu belediye olmasına ve hakkındaki yolsuzluk iddialarına hiç girmiyorum bile…

Rahmetli Erdal İnönü 'Gerçeğin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır' demişti. Ben de bu söze inanmak istiyorum.

Not: Fotograflar Ankara Kalesi'nden.


Author: Mine
•14.12.08
Yarın çaya gelecek misafirlerim için bugünden kurabiye hazırladım. Yapımı kolay, malzemesi de az olunca sık sık yaptığım bu kurabiye tarifine sayfamda yer vereyim istedim. Ölçülerini kendi zevkime göre biraz değiştirdiğim bu kurabiyeyi umarım beğenirsiniz. Tarifi Gönül Candaş’ın Mutfağından kitabından…

Tarçınlı, Fındıklı Kurabiye

1 büyük margarin (250 gr.) (oda ısısında beklemiş ve yumuşamış)
5-6 çorba kaşığı şeker (asıl tarifte 2 çorba kaşığı yazar ama benim damak tadıma uymadığı için 5-6 çorba kaşığı şeker koyuyorum)
yarım su bardağı ince çekilmiş fındık veya ceviz
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu,
3,5 su bardağı un

Üzerine: tarçın ve pudra şekeri karışımı hazırlanır. (Tarifinde 3 çorba kaşığı pudra şekeri ile 2 çay kaşığı tarçın yazmakta. Ben daha fazla pudra şekerine daha az tarçın koyuyorum. Yine damak tadınıza kalmış)

Yapılışı:
Bir kaba margarin, şeker, ince çekilmiş fındık içi, vanilya ve kabartma tozu konup karıştırılır.
Elenmiş un ile kısa sürede birbirini tutacak şekilde hamur apılır. Üzeri örtülerek 10-15 dk serin yerde dinlendirilir.
Ceviz büyüklüğünde toplar yapılıp biraz yassıltılır. Tepsiye dizilip orta hararetli fırında beyaz olarak pişirilir.
Fırından çıkınca, hemen üzerine tarçın karıştırılmış pudra şekeri elenir.

Afiyet olsun.
Author: Mine
•13.12.08


Takıntılı biri miyim? Evet!...
*Emniyet kemeri takmadan yola çıkmam, kendimi boşlukta hissederim çünkü. Ayrıca yanımda oturanı da kibarca ikaz eder taktırırım.
*Evden çıkarken ocağı kapadım mı kontrol eder, gece yatarken de tv, bilgisayar gibi elektrikli aletlerin fişlerini mutlaka çekerim.
*Ellerimi çok yıkarım. Dışardan eve geldiğimde de ilk işim de ellerimi yıkamaktır. Sırf bu yüzden tırnaklarım dayanıksızdır.
*Çayı ince belli bardakta sevsem de, malum hastane koşullarında kupalarda içmekte keyif verir. Sadece su bardağında çay içmem, içemem.
*Ayakkabı hastasıyım. Her girdiğim mağazada ayakkabı reyonu çeker beni. Yaz için de kırmızı terliklere bayılırım ve ayakkabı almadığım bir sezon yoktur :(
*Kapaklı cep telefonu kullanırım. Eskiden Nokia harici kullanmazdım şimdi Samsung’a alıştım. Bundan sonra da kapaksız telefon kullanamam gibi geliyor.
*Beğendiğim bir tişort, kazak ve pantolonun değişik renklerinden alıp giydiğim çok olmuştur. Zaten genelde kış için balıkçı veya V yaka kazaklar, yaz için V yaka kısa kollu tişörtler tercihimdir. Sevdiğim markalardan alır, yıllarca giyerim. Yine gömlekte de tercih ettiğim model ve marka vardır. Benimle de özdeşleşmiştir (Arkadaşlarımın lafı bu!)
*Yolculuğa çıkarken mutlaka bir liste yapar ona göre valizimi hazırlarım. Ya lazım olursa diye gereksiz çok şey taşırım sonra da kendime çok kızarım.
*Okunmak için alınan kitaplarımın geri getirilmemesinden hiç hoşlanmam.
*Belirsizlikleri sevmem, elimde olmadan günümü, haftamı planlarım.
*Randevusuna geç gelene ve de uymayana gıcık kaparım :)
*Belki de en önemlisi…Ah bir de çok aceleci olmasam!...

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Olmuş mu Bekriya’cığım?

Fotograf Emirgan Korusu'ndan.
Author: Mine
•7.12.08

İYİ BAYRAMLAR!
Author: Mine
•7.12.08

Bu sabah, DVD de satan markete girdiğimde almayı planladığım filmlerden biri değildi. Aylar önce Sanem sayesinde bu filmden haberdar olmuştum. Hatta bir arkadaşımdan istemiştim ama o da netten bir türlü indiremedi ve unuttum ben de.
İndirimdeki filmlerden tam tamına 5 film seçtikten sonra karşımda ‘Once’u görünce elimdeki iki filmden vazgeçtim ve Once’u da alarak çıktım Media Markt’den.
Şu an bu satırları yazarken bir yandan da ‘If You Want Me’ adlı şarkıyı dinliyorum.
Tek kelime ile son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri. Belki de en güzeli! ‘Falling Slowly’ En İyi Şarkı Oscar’ını almış. Sadece şarkılar değil, gösterişten uzak sade oyuncular, klişelerden uzak, abartısız diyaloglar… Film bitti, ‘the guy’ ve ‘the girl’un isminin hiç telaffuz edilmediğini fark ettik...Film o kadar güzel ilerledi ki isimlerinin ne olduğu hiç ama hiç önemli değildi…Filmin sonunda boğazıma bir şeyler düğümlendi. Böyle bitmemeliydi dedim içimden. Ama hayat işte…Kısacası, benim gibi (ne kadar çok izleyici o kadar para diyen) Hollywood filmlerinden sıkıldıysanız izlediğinize pişman olmayacağınız bir film.
Müzikleri filmin websitesinde dinleyebilirsiniz. Trailer ise burada
NOTLAR:
*Afişinde yazan ‘How often do you find the right person? Filmin ana temasını özetliyor.
*Benim en çok sevdiğim sahneyi de söylemeden geçemeyeceğim. The guy’ın bir şarkısı sözsüzdür. The girl’e sen yaz der. Kızımız esas çocuğun cd çalarını alır. Gece evinde çalışırken cd çaların pili biter. Evinde pil bulamayınca, uyuyan kızının kumbarasından geri vereceğine söz vererek para alır. Gecenin bir yarısı bir dükkandan pil alır. Kulağında kulaklıklar, üzerinde pijama, ayağında pofuduk terliklerle evine doğru yürürken If You Want Me’nin sözlerini söyler. Birçok klipten çok daha güzel bir sahne benim için…
*Müzikal bir film ama şarkılarda diyolaglar öyle güzel verilmiş ki bitse de konuşsalar demiyor insan.


Author: Mine
•19.11.08

Sevgili Çilek beni sobelemiş.Ben de bunun üzerine döktüm çantamdakileri…

Çoğu zaman işe arabayla değil de servisle gitmeyi tercih ettiğimden, fotograftaki çantam, içine ihtiyacım olan her şeyi doldurabileceğim için birinci tercihim. Açık mavi renkteki bu çantayı makineye atıp yıkayabilmem ise diğer bir kolaylığı.
1.Fotografta çantanın yanında görülen siyah şeyse boyun yastığım. Günde iki saat yolculuk yapınca, haliyle boynumu korumam gerekiyor.
2. Yolculuk uzun olunca kitabımın ve Ipod’umun yanımda olması iyi oluyor. Blog komşum Nihat Abi’nin kitabını severek okuduğum için fotografta yer verdim. Hala okumayanlara tavsiye ederim.
3..Başka neler var çantamda… Maalesef iki cep telefonum var. Biri ailemle, diğeri arkadaşlarımla indirimli hat olanağı sağlıyor. Samsung kapaklı telefonları seviyorum. Telefonlarımın kamera vs özelliği yok. Konuşmamı sağlasın, mesaj, hesap makinesi ve alarm işi görsün yeter.
4.Telefonların ikisi de aynı marka olunca tek şarj aleti yetiyor.
5. Yağmurlu günlerde şemşiyem de çantamda yerini alır. Bir gün öncesinden mutlaka hava durumuna bakarım ki, ertesi gün için hazırlanabileyim.
6.Parfümüm. Son zamanlarda Armani She kullanıyorum. Hafif bir koku. Ben kendim kokusunu hissetmediğimden kimse de hissetmiyor sanıyordum. Bu yüzden aldığım bir iki iltifata da şaşırdım. Hala işte bu benim parfümüm diyebileceğim bir marka yok. Arıyorum.
7.Güneş gözlüğüm. Yağmur yoksa gözlük mutlaka çantadadır. Yaz kış fark etmez.
8. Cüzdanım. Kırmızı cüzdan hastasıyım. Sık sık değiştirmeyi sevmem. Çünkü içindekileri başka bir cüzdana aktarmak zor gelir. Gece bir yere çıkarken daha minik bir cüzdan kullanırım. Ayrıca bozuk para cüzdanı taşımam, fermuarlı kısmıyla yetinirim.
9. Kalem, kağıt mendil, sakız, araba ruhsatı, anahtarlar…
10. Evden çıkmadan makyaj yaparım. Eskiden sadece göz kalemi kullanırdım. Şimdilerde göz üzerine Diorliner sürüyorum. Kaleme benzeyen bu eyelinerin kullanımı kolay, çıkarmak için de sadece su yeterli. Fiyatı biraz tuzlu ama aylardır kullanıyorum bitmedi.
Göz makyajı haricinde ise sadece ruj sürerim. Ve yanımda taşırım. Bir arkadaşımın Çin’den getirdiği aynalı ruj kılıfını severek kullanıyorum. Ayrıca göz farı, ruj ve fırçasını içeren Dior’un seyahat setini de yanımda taşırım.

Ben kimi sobeliyorum derseniz, daha önce sobelenmemiş arkadaşlarım lütfen dökün çantanızdakileri… Mesela Figen’ciğim senin çantanda neler var?
Author: Mine
•14.11.08

Side Order of Life adlı diziyi izleyeniniz var mı bilmiyorum ama cuma günleri evdeyseniz Cnbc-e’de izleyin derim.
NTV-MSNBC’nin sitesinde konusu şu şekilde anlatılmış: In Person adlı bir dergi için fotoğrafçılık yapan Jenny, en yakın arkadaşı Vivy’nin kanser olduğunu öğrenince hayatını farklı bir gözle değerlendirmeye başlar. Jenny bu acı gerçek sayesinde hayata dair daha önce görmediği ayrıntıları fark ederek çevresindeki insanların hayatlarını olumlu yönde değiştirebilme gücüne sahip olur. Ama öte yandan kendi hayatında işler o kadar da iyi gitmemeye başlar. Hayat ve hayattan ne beklediği hakkında kafası karışan Jenny, evlenmesine çok az bir süre kalan nişanlısı Ian hakkında da kara kara düşünmeye başlar.Senaryosunu aynı zamanda bir oyuncu da olan, ödüllü yazar Margaret Nagle’ın yazdığı dizi, kanser hastalığına yaklaşımı ve farklı anlatımıyla yayınlandığı ilk günden itibaren çok iyi eleştiriler aldı. Komediyle dramı harmanlayan ve son dönemdeki iyi örnekleriyle yükselişe geçen ‘dramedi’ türünde bir dizi olan ‘Side Order of Life’, aynı zamanda ‘Beverly Hills, 90210’la hatırlanan Jason Priestly’nin de televizyon ekranlarına döndüğü yapım olma özelliğini taşıyor.

Geçen haftaki bölümünde ilk aşka, bu geceki bölümünde, baba-kız ilişkilerine değindiler. Bazı diyaloglar gerçekten çok güzel. Hüzünle beraber bolca gülümseten ve de düşündüren ama bunu sıkmadan yapan bir dizi. Tavsiye ederim.


Author: Mine
•12.11.08

İstanbul’da sadece gezmedim tabi. Yağmurlu bir günü değerlendirmek için sinemaya gittim. İstinye Park’ı da bu sayede ilk kez görmüş oldum. Büyük ve de şık bir alışveriş merkezi.
Gelelim filmimiz Üç Maymun’a… Konusuyla, diyaloglarıyla, abartısız bir film. Görüntüler harika, hepsi fotograf makinesine poz verilmiş gibi, estetik. Filmde en ilgi çeken şeylerden biri hiç müzik olmaması. (Cep telefonunda çalan Yıldız Tilbe hariç) Nuri Bilge Ceylan özellikle müzik eklemediğini bir röportajında anlatmıştı.

''Filmin Konusu : Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen birarada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı? ''

Yorumları okudum da bazısına uzun, bazısına sıkıcı gelmiş. Bence ağır ilerleyen ama güzel bir film. Verilen bir karar, hatalar silsilesini başlatıyor. Sonunda da hiç ilgisi olmayan birine kadar uzanıyor. Aynen başlangıçta olduğu gibi. Kısacası yanlış yanlışı doğuruyor.




Author: Mine
•12.11.08
25 Ekim sabahı İstanbul’daydım ve kahvaltı için Maria’nın Bahçesi’ne gittiğimizi daha önce anlatmıştım. Öğleden sonra Fenerbahçe Parkı’na gittik. Hava genel olarak kapalı olmakla beraber ara ara yağmurda yağıyordu. Biraz yürüyüş yaptık, yüzyıllık ağaçları ziyaret ettik ve
sahildeki bir kayık barınağındaki bir kahveye oturduk. Adalar manzaralı, denize sıfır, üzeri naylonla kaplanmış bu salaş yerde tahtadan iki masa ve sedir ile tahta sandalyelerden hariç bir şey yoktu. Çaylarımızı içtik, bolca sohbet ettik. Yağmur şiddetini arttırınca da hemen yakınındaki Romantika’ya geçtik. Burası epey büyük bir cafe. Yerinden oynatılamayacak kadar ağır, beyaz ferforje masa ve sandalyeleri ve ağaç gibi çiçekleriyle bilmeyen yoktur sanırım. Bizim gittiğimizde çatısını kapatmak amaçlı tadilat vardı.Çatının cam olması kış için iyiymiş ama geriye kalan dokuz boyunca gelen güneş ışınları içerideki bitkilerin yanmasına neden oluyormuş. Garsonun yalancısıyım!
Akşam gittiğimiz mekan ise Moda’da Kalinihta’ydı. Alt kattaki büyük salonda fasıl, üst kattaki küçük salonda Rumca müzik yapılan mekanda biz üst kattaydık ve salonda bizim 18 kişilik grubun haricinde birkaç çift daha vardı. Kısacası salonu kapatmış gibiydik. Bu da eğlencemize yansıdı. Bizim gittiğimiz geceki müzisyenler internet sitesinde fotografı olanlar değildi. O yüzden müzik konusunda pek yorum yapamayacağım( Bu da beğenmediğimi gösterir) Biz genelde müzisyenlerin dinlendiği vakit, DJ’nin seçtiği şarkılarda daha çok eğlendik. 1970lerden günümüze, yerli yabancı hit olmuş şarkılardan seçerek hazırladığı program harikaydı. Rum tavernası eğlencesi olmadı ama bizler çok eğlendik.


NOT: Fotograf Fenerbahçe Parkı'ndan.





Author: Mine
•11.11.08
‘Tüm ülke taşınıyor’ başlıklı şu haberi okuyunca, aklıma geçtiğimiz aylarda izlediğim bir belgesel geldi. Küresel ısınmayla ilgili olan bu belgeselde dünyamızın ısınmasıyla paralel gelişecek olan olaylar anlatılmaktaydı.
Hatırladığım kadarıyla sıcaklık şu anda 0,8’C artmış durumda. 2’C’lik ısınma hayatımızı kökten değişireceğinden 2015’e kadar küresel gaz yaymayı kontrol altına almak gerek. Bunun içinde enerji kaynaklarını değiştirmeli veya verimli kullanmalıyız. Elektrikli aletlerimizdeki (mesela televizyon )kırmızı ışığın yandığı durumlar ‘Vampir yükü’denen enerji kullanımına neden olmakta. ABD’deki vampir yükünün sıfırlanması durumu 18 adet elektrik santrali devre dışı kalmasına eşdeğer.
Çok uzağa gitmeye gerek yok evimiz ve arabamız küresel sera gazlarının %20’sini üretmekte. Küresel ısınmanın 2’Cnin altında tutabilmek için yıllık 7 milyar tonluk sera gazı önlenmeli. Her ülkenin bu konuda bir politika geliştirmesinin ve uygulamasının yanında bireysel olarakta üzerimize düşenleri yapmalıyız. Neler yapabilirizi düşünmeden önce Mavimantar’ın sayfasındaki videoyu da izlemenizi tavsiye ederim.

NOT: Aynı belgeselde ayrıca 5’Clik sıcaklık artışında Los Angeles, Kahire gibi şehirlerin su kaynaklarını kaybedecekleri, ‘iklim mültecileri’nin sayılarının yüzbinleri bulacağı, 6’Clik artışta, tüm denizlerin çöl olacağı, çöllerin kıtaları kapsayacağı, birçok şehir yok olacağı gibi, çeşitli canlı türlerinde soytükenme yaşanacağı , kısacası küresel tükeniş olan bu duruma kıyamet senaryosu denildiği anlatılmaktaydı.
Meraklısına; Dünya alarm veriyor!

Fotograf Fenerbahçe Parkı'ndan
Author: Mine
•10.11.08

Author: Mine
•6.11.08

İstanbul gezimde, ilk gittiğim mekan Küçükyalı Sahil’deki Maria’nın Bahçesi oldu. Biz yoldan geldiğimiz için biraz erkenciydik. Bahçede bir masa seçtik kendimize ve ben mekanı keşfe çıktım. Bir mekan bu kadar mı şirin olur…Dekorasyonuna özellikle de tuvaletlerine bayıldım. Hayatımda ilk kez bir yerin tuvaletinin fotografını çektim. Bayanlar tuvaletinin kapısındaki dekolte elbise, lavabonun üzerindeki kremler, jöleler, ojeler… O kadar ince düşünülmüş ayrıntılar ki…Sanırım 3-4 saat, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan oturduk. Kahvaltısı, çayları gayet güzeldi.
Cuma ve cumartesi geceleri canlı müzikte varmış. İnternet sitelerini incelediğimde yemeklerinin de tam bana göre olduğunu gördüm. Sahibi Maria Hanım’ın hikayesini de okumak mümkün burada.
Tekrar gitmek istediğim bir yer oldu Maria’nın Bahçesi. Belki bu kez Etiler’dekini keşfederim.
Author: Mine
•4.11.08
Can Dündar’ın yazılarını severek okur, belgesellerini de severek izlerdim. Hatta blogumda açılan internet sitesini müjdelemiştim. Çok değil iki yıl önce…
Kitaplığımda altı kitabı var. İçlerinden birini alıyorum. ‘Yağmurdan Sonra’ 1997 yılına gidiyorum. Haziran ayı, 7 veya 8 haziran. Hem kendim için hem de o günlerde çok hasta olan bir arkadaşım için aldığım kitapları imzalatıyorum. Sorduğumuz soruları samimi bir şekilde cevaplıyor.
Sanırım aynı yıl (bir yıl sonrada olabilir) Büyülü Fener’de aynı filmdeyiz. Yanımda kendisi için kitap imzalattığım arkadaşım var. Filmin adı U-Turn.

Yine başa saracağım ama son iki yıldır yavaş yavaş yazılarından eski hazzı almaz oldum. Yazılarında beklediğim duruşu göremediğimden belki veya yaptığı röportajlardan. ‘Neden’ adlı televizyon programını da izlemek gelmedi içimden hiç. Dün Biyo’nun yazısını okuyunca, benim gibi düşünenler varmış dedim. Çok güzel bir yazı yazmış Biyo. Biraz Can Dündar, biraz filmi Mustafa hakkında.
Bekir coşkun’un ve Safiye Usul’un köşelerinde yazdıklarına bugün de Yılmaz Özdil’in yazısı eklenince bu filme gitmek için hevesim kalmadı. Halbuki 29 Ekim’de gidemediğim için nasılda hayıflanıyordum.

Bilmem Can Dündar bu yazıyı okur mu? Okur da başını iki elinin arasına alıp düşünür mü? U-Turn filmini belki yine izler…
Author: Mine
•1.11.08

29 Ekim günü Ankara’da değildim. O gün, yaz boyunca ve de halen yapımı süren, köprülü kavşak, alt ve üst geçit açılışları yapılmış, konserler verilmiş. Merak ediyorum şatafatlı gösteriler açılış için mi yoksa Cumhuriyet Bayramımız için miydi? Diğer bir deyişle, açılış mı bayrama, yoksa bayram mı açılışa hizmet etti?
Not: Fotografı bu sabah evimin penceresinden çektim.
Author: Mine
•1.11.08

Şükür kavuşturana!... Hem evime döndüğüm için hem de bloguma ve blog arkadaşlarıma kavuştuğum için... Geçen cuma günü bloglara giremediğimde ve de ‘Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.’ yazısını gördüğümdeki üzüntüyü,can sıkıntısını tahmin edin. Kimseye sesinizi duyuramadığınız gibi, kimseyi de göremiyorsunuz ve duyamıyorsunuz. Neyse ki bir blogger arkadaşım sayesinde, Yaban’ında sayfasında yazdığı ‘tunnel’lerden haberdar oldum. Bu arada Google Reader sayesinde metinleri okuyabildiğimi ama sayfaları ziyaret edemediğimi fark ettim. İstanbul’dayken internete giremediğimden son durum ne oldu merak içindeydim.
Evime döndüğümde gördüm ki, biz sesimizi duyuramadık belki ama sağolsun yurtdışındaki arkadaşlar tepkilerini ortaya koymuşlar. Bu başımıza gelen, umarım tekrarlanmaz.
Şunu da söylemeden edemeyeceğim; bu olay bana, blogumu ve blog arkadaşlarımı çok benimsediğimi ve de sevdiğimi fark ettirdi. Dünyaya açılan bu pencerenin üyesi olmaktan mutluyum.


Not: Fotograf Küçükyalı Sahil'deki Maria'nın Bahçesi'nden
Author: Mine
•21.10.08
EN ÖNCE VE İLLA Kİ SAĞLIK OLSUN!....

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden
yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle...
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken?...
Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu dünyada?..
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik
bıraktıklarını tamamlar gibi. Tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

CAN YÜCEL
İstanbul'a gidiyorum yakında... Sevdiğim ve çok özlediğim dostlarımı görmeye... Dönüşte umarım paylaşabileceğim ve blogumda yer verebileceğim çok güzel anılarım olur.



Author: Mine
•21.10.08
Bu haftasonu ağır misafirlerim vardı ne zamandır beklediğim. Cumartesi gündüz hazırlanmakla geçti. Akşam olunca, Ankara bir şantiye şehri olduğundan misafirlerimin gelmesi biraz gecikti. Yanlış yollara girip neredeyse İstanbul’a gideceklermiş ama yardımsever vatandaşlar sayesinde yolu da evi de buldular. Çok güzel bir akşam geçirdik. Sohbet sohbeti açtı ve saatler nasıl geçti anlamadık. Uzun zamandır evim bu kadar şenlenmemişti.

Misafirlerim için hazırladığım ikramlardan biri elmalı pay olunca tarifini yazmamak olmazdı. Daha önceden Çilek’e sözüm vardı, tarif yazacaktım. Hazırlarken fotografını da çektim ki Çilekcim yaparken zorlanmasın.




Elmalı Pay
Hamur için gerekli malzeme:
125 mg margarin,
1 çay bardağı toz şeker,
1 yumurta,
3 çorba kaşığı süt,
aldığı kadar un,
yarım paket kabartma tozu (ben 1 paket kullanıyorum)
1 paket vanilya

Üzeri için:
3-4 adet elma,
1 su bardağı kıyılmış fındık (ben ceviz kullandım)
yarım kahve fincanı toz şeker,
1 paket vanilya,
1 tatlı kaşığı tarçın ( bana göre bu miktar fazla, önce çay kaşığı ile deneyip az gelirse artırılabilir)

Yapılışı: Tart hamurunu hazırlamak için, tüm hamur malzemesini kulak memesi kıvamı alana kadar yoğurun. 15 dk dinlendirin. Tart kalıbını yağlayın, hamuru kalıba boşaltın.
Üzerine kabukları soyulmuş elma dilimlerini birbirinin üzerine gelecek şekilde dizin. Fındık-tarçın-toz şeker-vanilya karışımını elmalarınüzerine serpin. Önceden ısıtılmış 175’C’lik fırında hamur ve elmalar hafif kızarana kadar pişirin. AFİYET OLSUN.

NOT: Bu tarifi kızkardeşimden aldım. Benim tart kalıbım olmadığından borcamda yapıyorum, gayet güzel oluyor.

Author: Mine
•28.9.08

ŞEKER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Author: Mine
•27.9.08

Bence gelmiş geçmiş en yakışıklı ve de en iyi aktörlerden biriydi. Bugün 83 yaşında hayata gözlerini yumduğunu duyduğumda birçoğunuz gibi ben de üzüldüm. Son aylarda gazetelerde akciğer kanseri olduğuna dair haberler okumuştum. Yıllar boyu sigara içtiğini de…

Geçen aylarda NTV’de ‘Iconoclasts’ adlı belgeselde Robert Redford’la beraber konuk olduğunda, Newman’ın araba yarışlarına olan tutkusundan ve sanat ve tiyatronun gelişmesi için harcadığı çabadan bahsetmişlerdi. Daha da önemlisi Newman’ın sahip olduğu Newman’s Own adlı gıda şirketi sayesinde kazandığı milyonlarca doları, - her ne kadar sağlam bir mizah duygusuyla ‘Salata soslarının filmlerden fazla para getirmesi biraz moral bozuyor’ demiş olsa da - çeşitli ülkelerde ölümcül hasta çocuklar ve yakınları için kurulan kamplara yardım amacıyla kullandığını öğrenmiştim.
10 kez aday gösterilmesine rağmen sadece bir kez aldığı Oscar’la değil, kazandığı kalplerle hatırlanacaktır Paul Newman.

Detaylar için iki link
Hole in the Wall Camps

Newman's Own





Author: Mine
•27.9.08

Birkaç yıl önce sinema sever bir arkadaşım –la-, sayesinde izlediğim ve de çok sevdiğim bu film yarın akşam tv8’de gösterilecek. Filme IMDb’de 7,9 puan verilmiş. Amerikan bağımsız sinamasının bence başarılı örneklerinden biri. Başrol oyuncusu 135 cm’lik boyuyla Peter Dinklage’e bu filmde acımak bir yana hayran oluyorsunuz. Kısacası yalnızlık ve arkadaşlık üzerine sıcacık bir film. Tavsiye ederim.
Author: Mine
•22.9.08
Geçen hafta bir haber okumuştum. Babası liseye giden kızına, maddi yetersizliklerden dolayı artık onu okula gönderemeyeceğini söylüyor. O gün o kız çocuğu intihar ediyor.

Hasan Pulur’un bugünkü Milliyet’teki yazısını okuyunca, hemen şu siteyi ziyaret ettim ve bir kız öğrencinin okuması için katkım olsun diye başvuruda bulundum. Belki içinizde yardım etmek isteyen ama yardım edecek kişi bulamayan vardır. Ayda sadece 34 YTL'ye bir kız çocuğunun okumasına katkıda bulunabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için
www.bababeniokulagonder.org

Author: Mine
•11.9.08

Bugün CNBC-e'de de yayınlanan 11 yönetmenli bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Hepsi birbirinden etkileyici 11 dakika 9 snlik kısa filmler. En çok hangisinden etkilendin derseniz Inarritu derim. Babel ve 21 Grams'dan beri filmlerini merak ettiğim bir yönetmen.
Sözün kısası 11 Eylül'ün yıldönümünde izlenmesi gereken bir film.
Not: 11 Eylül gününün sadece ABD için değil Şili için, Srebrenica için de önemli bir tarih olduğunu bu filmler sayesinde öğrendm.
Author: Mine
•8.9.08
Gerçek yaşam öyküleri hep ilgimi çekmiştir. The Diving Bell and the Butterfly’da bunlardan biri. Elle Dergisi’nin editörü Jean-Dominique Bauby, 1995’de 43 yaşındayken serebrovaskuler bir rahatsızlık geçiriyor yani bir tür inme (Locked-In syndrome) Sadece sol gözünüzü kullanarak iletişim kurabiliyor, hatıralar ve hayal dünyasıyla ile de yaşama tutunmaya çalışıyor.
Tedavi olduğu hastanede terapistlerinin sayesinde ilerleme kat ediyor. İlk kurduğu cümle ‘ölmek istiyorum’ken, -kendi deyimiyle- dalgıç elbisesinin içinde bir kelebek olmasına rağmen, Claude Mendibil’in yardımıyla kitabını yazmayı başarıyor.
Film bence çok etkileyici. İlk sahnelerinde sesini duyuramaması, çocuklarıyla plajda buluşma sahnesi, oğlunun onun gözyaşlarını silmesi, babasıyla yaptığı telefon görüşmesi ve hastanede geçen son sahneleri hepsi çok duygu yüklü. Kurduğu hayaller ise görsel şölen. Fazlasını anlatmayayım izleyin görün.
Jean-Dominique Bauby, 9 Mart 1997’de kitabı yayımlandıktan 10 gün sonra hayata gözlerini yummuş. Türkçeye de çevrilmiş bu kitabı okumak isterim.
Bu arada filmin müziklerini de çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
Author: Mine
•3.9.08
İçimdeki Deniz (Mar Adentro) adlı filmdeki rolüyle hayranı olduğum Javier Bardem’e, No Country For Old Men’de saygım bir kat daha arttı. Şu günlerde Penelope Cruz’la yaşadığı aşk ile gündemde olan bu İspanyol oyuncunun, sanırım altından kalkamayacağı rol yoktur.
IMDb’den öğrendim kadarıyla, Javier Bardem bu filmdeki rolüyle epeyce bir ödül toplamış.
Javier Bardem’i bu kadar övdükten sonra filmi de öveceğim beklenir. Ama bu seferlik övemiyorum. Filmin bittiğini sonunda çıkan yazılardan anladım. Tekrar son sahneye dönüp, kaçırdığım bir şey mi oldu diye yeniden izledim, olmadı;baştan mı izlesem dedim, başka bir zamana erteledim.
Bu filmi anlayan varsa biri bana anlatsın!
Author: Mine
•11.8.08

2007'nin bol ödüllü filmlerinden biri. Romantik dramdan hoşlananlara tavsiye ederim. Detay için buraya bakın.
Author: Mine
•17.7.08



(Hayatımda kaç zamandır içimi kemiren ve karar vermem gereken bir durum söz konusuydu)

Sabah kaçta uyanacağına karar vermek,
Ne yiyeceğine,
Ne giyeceğine,
Saat kaçta evden çıkacağına,
Yolda ne okuyacağına,
Bir sıkıntıyı dile getirirken nasıl konuşacağına,
Susmak gerekip gerekmediğine,
….
Liste uzar gider…
Günlük hayatımızda karar vermemiz gereken ne çok şey var.
Bir de hayatımızın akışını etkileyenler var ki,
Hangi okulda okuyacağımız, hangi şehri seçeceğimiz, kiminle arkadaş kiminle sevgili olacağımız gibi…

Karar verme süreci çok sancılı olsa da sonunda karar vermiş olmanın huzuru kaplar ya içimizi ve bizi özgürleştirir. Bugün ben de öyleyim. Son bir haftadır yoğun bir şekilde sancılarını çektiğim kararsızlık durumu yerini özgürlüğe bıraktı…

NOT: Fotograftaki adam, BM Binasının karşısındaki bu yerde dakikalarca kıpırdamadan oturması nedeniyle dikkatimi çekmişti. Kimbilir neler düşündü nelere karar verdi...

Author: Mine
•12.7.08
Bugün bloglarımız sayesinde tanıştığım Yıldız’la beraber Tunalı’daydık. Akşamüzeri buluştuk. Biraz alışveriş, biraz yeme içme, bolca sohbet… Yine blog sayesinde tanıştığım Arzu’nun , Yıldız’ın da blog sayesinde tanıştığı Figen’in kulaklarını çınlattık.

Yemek için Cambo’yu seçtik. Neden mi? Yine blog arkadaşım Sanem buranın İnegöl köftelerini çok severmiş. Ankara’ya geldiğinde de beraber gideceğimiz ilk yerde burası olacak. Sanem’e sözüm vardı, Tunalı’ya yolum düşerse onun için köfte yiyecektim.Bugün sözümü tuttum. Piyaz, acılı sosuyla beraber köfte ve ayran; afiyetle yedik.


Şu günlerde okuduğum kitaba gelince, blog komşum Nihat Akkaraca’ya ait ‘Datça’da Zaman’ adlı kitap. Bu kitap ve de Nihat Abi için bir post yazılır (yazacağım da). Kendisini buradan tebrik ediyorum.

Sözün kısası, blog arkadaşlığı güzel vesselam…
Author: Mine
•12.7.08

Dün gece birazcık şekerleme yapmak için uzanmıştım. Ama şekerlemem sabaha kadar sürdü maalesef. Saatler boyu yatmaktan belim,sırtım tutulmuş vaziyette erkenden uyandım. Ben de Ipod, evin anahtarı ve sadece 1 ytl (gazete için) alaraktan attım kendimi dışarıya. Oturduğum site yürüyüş yapmaya çok müsait. Her sabah işe giderken (sabah saat yedide evden çıkıyorum) yürüyüş yapanlara gıpta ediyordum. Bugün ben de katıldım onlara. Biraz esinti olsa da önemsemedim. Tempolu yürüyüşümü bazen koşuya çevirdim. Kendimi mutlu ve bir o kadar da iyi hissettim bu sabah.
Eve gelince güzel bir kahvaltı ardından gazetem ve keyif çayım… İnsan başka ne ister?
Author: Mine
•5.7.08
İonna Kuçuradi’yi bilir misiniz bilmem. Geçtiğimiz aylarda yapılan bir röportajını okuyuncaya kadar adını ben de duymamıştım maalesef. Bugün başlayan YARSAV'ın düzenlediği “Kuvvetler Ayrılığı ve Yargıda Örgütlenme Özgürlüğü” konulu uluslararası sempozyumun ilk oturumununda başkanı olduğunu duyunca yargı mensubu olmadığım halde gittim.
Bilmeyenler için İonna Kuçuradi Türk Felsefe Kurumu Başkanı. Felsefeci olarak yaptığı yorumlarıyla oturuma renk kattığı kesin.
İlk oturumun konuşmacıları ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı Rıza Türmen (Rıza Türmen'i dinlerken çok keyif aldım), Dünya Yargıçlar Birliği (IAJ) Genel Sekreteri ve İtalyan Yargıtayı Savcısı Antonio Mura (Yakışıklı bir İtalyan, 54 yaşındaymış ama 45 yaşında bile demezdim) ve Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Özdemir Özok ‘tu.

Detaylar için birkaç link…

Milliyet'ten, ntvmsnbc'den




Author: Mine
•30.6.08
İşin ucunda tembellik olunca, havaları bahane edip yazmayı bırakmıştım. Yazacak bir şeyim olmadığından değil. Hatta tam tersi o kadar çok şey biriktirmişim ki…

Aslına bakarsanız tatilim gelmiş benim. Bugün işyerinde imza föyünü görünce fark ettim de haziran ayı boyunca hiç izin kullanmamışım. Temmuz sonu ve de ağustos için planlar yapıldı ama daha çoook var tatile…

Birazda spor…

Efendim, geçtiğimiz hafta sonu Avrupa Ligi Erkekler Voleybol maçlarının Türkiye ayağı Ankara’da oynandı. Büyük yeğenimde (kendisi 12 yaşında şirin mi şirin bir sporcu) sahada görevli olunca, bizlerde bu maçlardan haberdar olduk. Ben Pazar günkü maçları izleyebildim. Önce Avusturya- Beyaz Rusya karşılaştı . Beyaz Rusya sahadan galip ayrıldı.
Sonraki maç Türkiye- Almanya arasındaydı. Maalesef tüm tezahüratlara rağmen 3-2 yenildik.

Maçtan aklımda kalanlar:
Voleybol-cu- sever ne çok genç kızımız varmış meğer. 8 numaralı oyuncu oyuna alındığında sahneye çıkan rock yıldızıymış gibi çığlıklar atıldı, tezahüratlar yapıldı.
Bence hakemler arada bir sınava tabi tutulmalı, gözlerini , kulaklarını muayene ettirmeliler. Bizim maçta yerde görevli bir hakem vardı maçın ilk setinde sürekli müdahale etti. Kafası karışık hakemimiz ikinci sette de Almanya takımının kafasını karıştırdı.

Spor, maç, Almanya deyince aklıma futbol geldi. Bu yıla kadar doğru dürüst maç izlemişliğim yoktu. Bir tesadüf eseri maçları izlemeye başladım. Bu konuda Timur’a teşekkür edeyim. Maç akşamı, sıcak, soğuk, alkollü, alkolsüz içecekler, çerezler, meyveler hazırlanır. Mini sehpanın üzeri doldurulur ki maç sırasında hazırlamakla uğraşılmasın. Maç esnasında heyecandan yerinde duramayan ben .İnanılır gibi değil!
Gelelim maçlara… Portekiz’de üzüldük, İsviçre maçında sevindik, Çek maçında havalara uçtuk, Hırvat maçında sonuca inanamadık veee yarı finaldeydik. Almanya maçında attığımız 2. golün üzerine bu maçı da aldık diye düşünürken, maalesef Almanya’nın son golü geldi.
Çekoslovakya maçımız tarihe geçmiş. Gurur duyduk. İlk maçlarda Fatih Terim’i izlemekten maçı izleyemiyordum. Nitekim Lost dizisinin kahramanlarından Sayid bile Çek maçını izlemiş, maçı beğenmekten öte Fatih Terim’i çok ilginç bulmuş.
Son not: Bu maçlar neticesinde oturduğum sitede şehir magandaları da yaşıyormuş bunu öğrendim. Almanya maçında atılan gollerle beraber silahına sarılan magandalar yüzünden, maçın sonucuna sevinsek mi üzülsek mi bilemedim.


Author: Mine
•14.6.08
Bugün 'Dünya Kan Bağışçısı Günü' .İşimiz kanla ilgili olunca söylemeden geçemedim.
Detaylı bilgi burada
Author: Mine
•14.6.08

Efe Güray Eğitim ve Spor Vakfı’nı duydunuz mu bilmiyorum. Ben, geçtiğimiz pazar günü bu vakıftan haberdar oldum.
Geçen gün, çok sevdiğim bir arkadaşım arayıpta ‘’Pazar akşamı için plan yapma, bir sürprizim var’’ dediğinde sürprizin ne olduğunu açıkçası tahmin edememiştim. Güzel bir yemek sonrası, Ankara Devlet Opera ve Balesi Sahnesi’nin yolunu tuttuk. İçeri girdiğimizde, Grease Müzikali’nin afişlerinin yanı sıra Efe Güray Eğitim ve Spor Vakfı’nın afişleri gözüme çarptı.
Gösteri öncesi Efe Güray’ı tanıtan ve ülkemizdeki trafik terörüne dikkat çeken kısa bir dia gösterisi yapıldı.
Efe Güray, 1985 yılında doğmuş.TED Ankara Koleji mezunu. Başarılı bir tenisçiymiş. 2004 yılında, Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencisiyken bir trafik kazasında yaşamını yitirmiş. Anne ve babası da diş hekimi olan Efe’nin ailesi, yakınlarınında desteği ile Efe Güray Eğitim ve Spor Vakfı’nı 2005 yılında kurmuşlar. Şu ana kadar 65 diş hekimliği öğrencisine eğitim bursu vermişler. Ankara Mamak’ta kurdukları spor tesisinde de tenis sporuna olan katkılarını sürdürmekteler. Bu tesiste eğitilen 58 kız ve erkek sporcudan 4’ü milli takıma seçilmiş.
Gelelim müzikalimize…Grease’in adını duymayan yoktur sanırım. Grease, Olivia Newton-John ve John Travolta’nın başrollerini paylaştığı, müzikal olmasının yanısıra romantik bir komedidir.
1998 yılında, TED Ankara Koleji Orta Kısmında okuyan bir grup öğrenci, Ankara Devlet Opera ve Balesi Sahnesi’nde bu müzikali sergilemişler. Bu öğrencilerden 30’u, arkadaşları Efe Güray anısına Efe Güray Eğitim ve Spor Vakfı yararına tekrar bir araya gelmişler. Bugün doktor, öğretmen, mühendis gibi farklı mesleklere sahip olan bu gençler, gece gündüz çalışmışlar ve harika bir gösteri hazırlamışlar. Performanslarıyla profesyonellere taş çıkarttılar. Hatta sahneye üstü açık (model ve yılını bilmediğim) eski bir arabayı da getirdiler ki bravo dedim:)
Gecenin sonunda teşekkür ödülleri verildi. Bu gösterinin hazırlanmasındaki desteğinden dolayı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’e ödülünü, meslektaş olmaktan gurur duyduğum Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr.Türkan Saylan verdi. Hem Türkan Saylan hem de Türkiye’nin ilk kadın Danıştay Başkanı Füruzan İkincioğulları birer konuşma yaptılar. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e teşekkür mahiyetinde olan konuşmalar çok anlamlıydı.
Beni çok mutlu eden bir teşekkür de, bu gösterinin mutfağında görevli olan teknik ekibinde sahneye davet edilip alkışlarla teşekkür edilmesiydi ki, ilk kez karşılaştığım bir durumdu.

Kısacası duygu yüklü ve güzel bir geceydi. Sevgili Efe’nin aramızdan çok erken yaşta ayrılmış olması yürek burkan bir durum. Ama ailenin çocuklarının adını yaşatmak üzere başlattıkları , övgüye değer bu girişimin desteklenmesi gerek diye düşünüyorum.
İlgilenenler için

Efe Güray Eğitim ve Spor Vakfı
Cinnah Cad. 37/4 Kavaklıdere Ankara
Tel: 441 23 83
Author: Mine
•13.6.08
Bir önceki postun başlığı ‘Dikkat Kene’ idi. Keneden hariç KKKA’li hastalara müdahale esnasında da çok dikkatli olmak gerekiyor. Şu haberi aldığımdan beri çok üzgünüm.
Bizim meslek böyledir. Her zaman, her konuda risk altındasınızdır. Menenjit şüpheli hasta muayene ettiğim için antibiyotik proflaksisi mi olmadım; kapının camlarını kıran alkollü bir hastanın elinden zor mu kurtulmadım; hiç olmadık zamanda hastanın sekresyonlarına mı maruz kalmadım. Sonrasında verilen kan numuneleri ve beklenen sonuçlar… Hepimiz yaşıyoruz bunları ve tehlikelerine rağmen canla başla çalışıyoruz.
Gencecik hekimlerin, sağlık personelinin muhtemelen ‘koruyucu gözlük’ takmadığı için bu duruma düşmesi içimi acıtıyor. Yıllardır KKKA’lı hastaların tedavi edildiği Numune Hastanesi’nin koruyucu gözlük almak için sipariş vermiş olması ise çok düşündürücü. Şimdiye kadar hiç mi yoktu? Aklıma gelenlerin doğru olduğuna ihtimal vermek istemiyorum.

‘Sevgili O., umarım en kısa zamanda iyileşirsin.Dilerim bugünlerde sana destek olan tüm arkadaşların, bu kez düğününde mutluluğuna ortak olur.’
Author: Mine
•31.5.08
Son günlerde her yerde bir kene korkusudur gidiyor. Doğayla kucaklaşma adına yapılacak her planın üzerine, kenenin adı geçmese olmuyor.
Burada Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hakkında veya ilaçlama konusundaki spekulasyonlara dair bir şeyler yazmak istemiyorum. İsteyen açar okur.

Sadece bir iki tavsiyem olacak. Diyelim ki kene ısırdı. Öncelikle kene bir sağlık kuruluşunda çıkarılmalı. Aşağıdaki belirtilerin olup olmadığı sorgulanmalı. Eğer bu belirtiler henüz yoksa, 2 hafta süresince (genelde kaynaklar 10 gün diyor) oluşup oluşmadığı takip edilmeli. Bu belirtiler:

Ateş
Ani başlayan başağrısı
Kas ve eklem ağrıları
Halsizlik
Bulantı, kusma
Karın ağrısı, ishal
Vücudun herhangi bir yerinden kanama (burun kanaması, kanlı kusma, ishal, ciltten kanama)

Bu şikayetlerden bir olduğunda en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Sağlıklı günler
Author: Mine
•30.5.08


‘‘ Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl;böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret.Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebildin mi?’’ *

*Puslu Kıtalar Atlası adlı kitapta, Arap İhsan'ın yeğeni Uzun İhsan Efendi'ye seslenişi

**Fotograf Guggenheim Müzesi'nden
Author: Mine
•29.5.08
Şu an televizyonda TNT adlı kanalda Johnny Cash'ın hayatını konu edinen film var. "Walk the line" adlı bu filminde kendisini oynayan Joaquin Phoenix ile eşi June Carter'ı oynayan Reese Witherspoon'u ölümlerinden önce eşiyle birlikte seçmişler.
Yine Hurt adlı bu şarkının klibinde eşinin ve kendinin eski ve yeni görüntüleri var. Zaten bu klibi çekmek için yönetmen epeyce bir dil döküyor ve evinde de olsa klibi çekmeye razı ediyor. Bu klipten bir kaç ay sonra eşi, daha sonra da kendi vefat ediyor. Bir nevi veda klibi. Bence etkileyici bir ses ve etkileyici bir klip...

Author: Mine
•29.5.08
Kitaba dair herşeyi hep sevmişimdir.Okuyanlar, okunanlar, mekanlar…
NY'da dolaşırken, Barnes&Noble'a rastlayınca da fotografını çekemeden edememiştim.
White Plains'tekinin kafesinde oturup kitap sayfalarına gömülmüştüm.


Yine NY caddelerinde isteyene 1 Dolara bile kitap var.



Hele ki Bryant Park'taki bu mini kitaplık ve parkı okuma odası gibi kullanan Amerikalıları görünce iç geçirmiştim.

Burası da Manhattan'ın göbeğindeki New York Public Library











Ama benim için Karanfil Sokak’taki Dost Kitabevi’nin hayatımdaki yeri özeldir. Yıllar boyu Kızılay’a indiğimdeki uğrak yerim, arkadaşlarımla buluşma noktam olmuştur. Randevuya her zaman biraz erken gidip raflardaki kitapların arasında kaybolmuşumdur.
En son geçen cumartesi oradaydım. En son çıkanlara, en çok okunanlara şöyle bir göz attıktan sonra yavaş yavaş tüm bölümleri gezdim.






Son yıllarda adını çok duyduğum ama henüz hiçbir kitabını okumadığım İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı aldım önce. Okumaya da hemen başladım ve kitabın ilk sayfalarında Arap İhsan’la tanıştım. (Yazarın özelliğinden biri de, her kitabında kendi ismini taşıyan bir karektere yer vermesiymiş)
Ardından Murathan Mungan’ın Kadından Kentler adlı kitabını seçtim. 16 kentte geçen 16 hikâyeden oluşan bu kitapta İzmir, Adana, Trabzon, Bursa, Amasya, Ankara, Samsun, Sinop, Afyon/Denizli, Kırşehir, Diyarbakır, Erzurum, Kayseri, Gümüşhane, Mersin, Istanbul gibi kentlerde geçen on altı öykü yer alıyor.
Ardından YKY’nın üç ayda bir yayınlanan düşünce dergisi olan Cogito’nun Osmanlılar Özel Sayısı’nı, Ankara Magazine ve DVD olarak Kraliçe Margot adlı film hediyeli HomeVideo adlı dergileri aldım.
Okunacaklar listemdeki diğer bir kitapta, geçen gün aldığım Turgut Özakman’ın Diriliş adlı kitabını unutmadan ekleyeyim.







Author: Mine
•19.5.08
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun.
Author: Mine
•18.5.08

Eurovision 2008 Turquie : "Deli : Mor ve Ötesi"
Uploaded by godzu




Beni büyütün, ağlatmayın
Sevginiz nerde övündüğünüz
Beni büyütün, ağlatmayın
Sahte düşlerle oyalamayın

Önümüzdeki hafta Eurovision Şarkı Yarışması var. TRT’nin tek kanallı olduğu ve siyah- beyaz yayın yapıldığı dönemlerde gece yarılarına kadar oturup puanlamayı takip ettiğimiz ve de sonucu hüsranla karşıladığımız günleri, eminim çoğumuz hatırlar. İlginin azaldığı bir dönemi takiben, son yıllarda alınan başarılı sonuçlarla Eurovision’a merak yeniden arttı. Bu yıl da Mor ve Ötesi Türkiye’yi temsil edecek.
Vokalistliğini Harun Tekin’in yaptığı, gençlerden kurulu bu grubu, anlamlı sözlerle süslenen güzel müziklerinin yanı sıra, aktivist olmalarından dolayı takdir ediyorum.
Cambaz, Bir Derdim Var, Küçük Sevgilim, Ayıp Olmaz mı? aklıma ilk gelen şarkıları…
Bence Deli’de en az diğer şarkıları kadar güzel. Umarım yarışmada da hak ettikleri başarıyı elde ederler.
Author: Mine
•17.5.08
Bir haftadır fırsat yaratıpta bir türlü Balıkesir yazımı yazamadım. Bugün Timur’dan fotograflarımı etiketlemeyi öğrenince (ödevim de Balıkesir fotograflarımı etiketlemek olunca ) ben de bilgisayarın başına oturdum.
Bilindiği üzere geçen perşembe akşamı trenle Balıkesir’e gittik. Ankara Garı’nın önünde alt geçit çalışması olduğundan (Ankara’da alt geçit yapılmadık yer kalmadı) netten yol güzargahını öğrenerek yola çıktık. Yataklı vagonda yan yana üç oda bizimdi. Odalar arası misafirlikler ve ikramlarla heyecanlı ve neşeli olarak başladı yolculuğumuz. Sorunsuz olarak sadece bir saat gecikmeyle de Balıkesir Garı’na vardık. Oldum olası tren garlarını ve eski mimarisini severim. Balıkesir Garı’na da bayıldım.




Balıkesir Garı


Hemen kalacağımız otele yerleşip, biraz dinlendik ve kardeşimin yemin törenine katıldık. Çok duygusal anlar yaşandı. Tören sonrası, Yaylada Alışveriş Merkezi’ne gittik. Ferah, güzel ve de sakin bir yer. Haftasonu olmaması da bunda etkendir sanırım.Orada hem yemek yedik hem de alışveriş yaptık.
Cumartesi sabahtan şehri dolaşmaya çıktık. Tarihi Saat Kulesi ve Şadırvan aynı cadde üzerinde yer alıyor.
Saat Kulesi
Saat Kulesi 1829 yılında Giritli Mehmet Paşa tarafından İstanbul Galata Kulesi’nin benzeri olarak silindir şeklinde yaptırılmış idi. 1897 yılındaki deprem nedeniyle yıkılınca, 1901 yılında bugünkü şekliyle yeniden yaptırılmıştır. Kare prizma şeklindeki bina, beyaz kesme taş ile yapılmış ve kabartma işçiliklerle de donatılmıştır. En üst kat kubbe ile örtülmüş ve büyük bir çan eklenmiştir. Buranın hemen altındaki katta ise şehrin dört bir yanına bakan dört saat konmuştur (Kaynak Vikipedi)
Şadırvan
Saat kulesinin yakınında yer almakta olup burası ikinci yeridir; taşınarak buraya getirilmiştir. Şadırvan'ın 1908 yılında Ömer Ali Bey zamanında yapıldığı sanılmaktadır. Pembe granitten yedi sütuna oturan soğan şeklinde bir kubbe bulunmaktadır. Kemerlerle bağlı sütunların üzerinden yatay bir silme ve saçak yer almaktadır. (Kaynak Vikipedi)
Zağnos Paşa Camii
Balıkesir’e gidipte höşmeriminden yemeden dönmek olmaz deyip, tavsiye üzerine Balıkesir Hali’ndeki Sargın marka höşmerim satan dükkanı aramaya başladık. Halin tam karşısında da Zağnos Paşa Cami ve Türbesi’ni görünce bahçeye girdik.
Yine kaynak olarak kullandığım Vikipedi'de Zağnos Paşa Külliyesi şöyle anlatılmış. Cami, hamam, türbe, muvakkıthane, muallimhane ve bedestenden oluşan site, Balıkesir’in en büyük ve mimari yönden en mükemmel külliyesidir. Mustafa Kemal 7 Şubat 1923 tarihinde yaptığı ve tüm gençlerin okuması gereken tarihe Balıkesir Hutbesi diye geçen ünlü konuşmasını Zağnos Paşa Camii'nde yapmıştır. Ahmet Vefik Paşa meydanında bulunan bu eserin muallimhane, imaret ve bedesteni bulunmamaktadır. 1461 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in ünlü veziri Zağnos Mehmed Paşa tarafından, o zamanki şehrin kenarına yapılarak Balıkesir diğer yöne yayılmasını sağlamıştır. Külliyeden sadece hamam günümüze dek özgünlüğünü koruyabilmiştir. 1897 yılındaki depremde yıkılan camii ve türbe 1908 yılında Mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından yeniden yaptırılmıştır.


Cumartesi öğlen Burhaniye’ye gitmek üzere yola çıktık. Yol boyunca gördüğüm manzaraya bayıldım. Baharda Ege ayrı bir güzel oluyor. Yeşil bitki örtüsünü süsleyen gelincikleri, sarı kır çiceklerini, papatyaları seyrederken yolun nasıl bittiğini anlamadım. Önce Havran’a ardından Edremit’e uğradık. Zaten bu ilçeler Burhaniye’ye 3-5 km uzaklıkta. Havran’dan geçerken Koca Seyit adını birçok tabelada görünce merak ettim.

Seyit Onbaşı Anıtı
Çanakkale Savaşlarında 215 okkalık (275 kg) top mermisini top namlusuna yerleştirmeyi başaran bu kahraman, İngilizlerin komuta gemisi olan Ocean zırhlısını Kara Burun Mevkiinde batırıp savaşın kaderini de değiştirmiştir. Günümüzde Gelibolu Yarımadası’nda Kilitbahir’deki Mecidiye Şehitliği’nde anıtı vardır.


Burhaniye İskele Sahili

Burhaniye’de akşama kadar zaman geçirdik. İskele Mahallesi’nde sahilde biraz vakit geçirdik. Çocuklar koştular, oynadılar. Burhaniye İskele Mahallesi’nde liman yapılmadan önce, sahildeki çay bahçeleri denize sıfırmış. Şimdi biraz içerde kalmış.
Enişte'nin Yeri
Ardından Enişte’nin Yeri’ne gidip balıklarımızı afiyetle yedik. Enişte’nin Yeri minicik, iki katlı bir mekan, fotograftan da anlayacağınız üzere deniz manzaralı.Burhaniye’de yaşayan arkadaşlarım bir tekne almışlar. Tuttukları balıkları Enişte’nin Yeri’ne getirip aşçıya teslim ediyorlar.Gerisi aşçıya kalmış. Bizimkilere afiyetle yemek düşüyor. Keyfe bakar mısınız?...
Bundan sonraki gidişimde kendi tuttuğum balıkları yemek düşüncesindeyim.
Yemek keyfinden sonra Ören Mahallesi’ni dolaşıp akşama Balıkesir’e döndük. Şehre vardığımızda Galatasaray şampiyonluğunu ilan etmişti. Bir anda caddeler konvoylarla ve asayişi sağlamak üzere görev yapan polislerle doldu. Bizler kaçarcasına otelimize döndük. Böyle günlerde kendini bilmezlerin silahlarını ateşlemelerinden korkarım. Maalesef Türkiye’nin birçok yerinde heyecanın dorukta olduğu anlarda hemen silahlarına sarılanlara rastlanır. Ancak Balıkesir’de tek bir silah sesi bile duymadık. Bu duruma (normali budur ama) hayretle birlikte mutlu olmadım desem yalan olur.



Burhaniye İskele'den birkaç fotograf







Ertesi gün yani Pazar günü de otobüsle Ankara’ya döndük. Balıkesir Bursa arası manzara çok güzeldi, Bursa Eskişehir arası uyumuşum. Eskişehir’den sonra ise malum karasal iklim ve bozkırla buluştuk. Eve varmadan Ege’yi özledim.

Dönüş Yolunda...
NOT: Etiketsiz fotograflar internetten